Paylaş
O dönemde lüfer 14 cm boyda avlanıyordu. Yani balık bir kez bile üremeye fırsat bulamadan biz onu telef etmiş oluyorduk. Oysa, sürdürülebilirliğin yolu bir canlıya en az bir kez üremesi için izin vermekten geçiyor. Biz lüferi 14 cm iken avlayarak, onun yok oluşuna kapı açıyorduk.
Biz denizlerinde stok araştırması yapmamış, denizlerinde ne kadar balığı olduğunu bilmeyen bir ülkeyiz. Yine de balık avı rakamı üzerinden lüferde çöküş olduğu fark ediliyordu.
*
O dönemde bir yandan Greenpeace, bir yandan Slow Food, Fikir Sahibi Damaklar lüferdeki tehlikeyi görerek kampanyalar başlattılar. Slow Food, İstanbul’daki lokantalarla 24 cm’nin altında lüfer satmamaları için işbirliğine gitti. Hale baskın yapıldı, balıklar ölçüldü. Kamuoyunda çinakopun yavru lüfer olduğu kavrayışı oturtuldu ve lüferin avlanma boyunun yükseltilmesi talep edildi.
2012’de lüferin avlanma boyu 14 cm’den 20 cm’ye çıkarıldı. Hükümet korumacı bir politikaya niyet etmişti. Bu aynı zamanda, sivil inisiyatiflerle diyalog anlamına da geliyordu.
Dönemin Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker bir araştırma yaptıracaklarını ve avlanma boyunun daha da yükselebileceğini söylemişti.
Slow Food, Fikir Sahibi Damaklar, bu süre içerisinde denetime ağırlık verdi. Alo 174 Gıda Hattı aracılığıyla 20 cm’nin altında lüfer gördükleri her yeri şikâyet etmeye başladılar.
*
2014-2015 Ayadon Fırtınası ertesinde –ki balıkçı takviminde bu fırtına Haliç’te bekleyen son balığı yerinden çıkarıp Adalar bölgesine götürür- gırgır balıkçıları Adalar bölgesini talan etti. Bu bölgede gırgır balıkçılığı yasak olmasına rağmen devlet yasayı uygulamadı. Belli ki niyet, gırgır balıkçılarını iflastan korumaktı.
*
Bu olayların ertesinde 2016 tebliği için STK’lar istişare toplantısına davet edilmedi. Toplantıya sadece bürokratlar ve balıkçı birlikleri katıldı. Toplantıda ekolojinin sözcüsü kimse yoktu.
Bu arada Bakan değişmiş, alt kadrolarda da değişiklikler olmuştu.
*
Derken, geçtiğimiz hafta yeni tebliğ çıktı. Lüferdeki çöküş göz ardı edilerek avlanma boyu 20 cm’den 18 cm’ye düşürüldü.
Bu yetmez gibi, bir kereye mahsus olmak üzere Marmara’da 45 gün ışıkla avcılığa izin verildi. Işıkla balığı yolundan çevirip ağla sarmak katliam gibi bir şey. Denizde tüp patlatıp balık yakalamaktan farkı yok. Balık fazlalığımız olmadığına göre, belli ki bu izin büyük balıkçılar para kazansın diye çıktı. Bir gırgır teknesinin denize çıkabilmesi için reisin ağustosta harcaması gereken miktar 200 bin TL. Hepsi borç harç içinde.
*
Slow Food, Fikir Sahibi Damaklar’dan Defne Koryürek diyor ki: “Dünya denizlerindeki ticari balıkların 2050 itibarıyla kalmayacağı konuşuluyor. Bu bilgiye sahip olup da ekolojik koridorları, kuluçkahane gibi çalışan içdenizleri korumamak bir ülkenin kendi bacağına değil, beynine sıkması gibi bir şey.”
Yapılması gerekenler belli...
Ekolojik koridor olan İstanbul Boğazı’nda olta harici avcılık yapılmamalı. Adalar bölgesi öncelikli koruma alanı ilan edilmeli.
Bir kuluçkahane olan Marmara’da av baskısı azaltılıp sadece 20 metrenin altında teknelerin çalışmasına izin verilmeli. Lüferde avlanma boyu 27 cm’ye çıkarılmalı.
Işıkla avcılığa hiçbir koşulda izin verilmemeli.
*
Aksi takdirde, şimdi biz nasıl çocukluğumuzun kofanasını tezgâhlarda göremiyorsak, lüfer de çocuklarımız için nostaljik bir balığa dönüşecek.
Sadece denizlerimiz, balıklarımız ve biz değil, günü kurtarmaya çalışan büyük balıkçılar da uzun vadede ciddi zararlar görecek.
Paylaş