Paylaş
Anadolu’daki köylerde evlerin bahçesini lahitler süsler, buğday tarlalarından Roma dönemine ait mozaikler çıkar; üzerine leyleklerin çöktüğü, kenarından ineklerin su içtiği taş parçasına bakarsınız, Hititlerden kalma bir su anıtı olduğunu görürsünüz.
Ülkenin dört bir yanında toprağı sıksanız tarih fışkırıyor.
Ama biz hâlâ ‘her şey dahil’ turizmin peşindeyiz.
Deneyimli turist rehberi Mert Taner “Türkiye deniz-güneş-kum turizminden para kazanmıyor” diyor ve ekliyor: “Antalya’ya gelen Ruslar uçak, otel, yeme-içme, her şey dahil 500 Euro veriyor. Otelin dışında 150-200 Euro harcıyor. Bizim ihtiyacımız olan turist bu değil, kültür ve doğa için gelen, para bırakacak ABD’li, Avrupalı ve Uzakdoğulu turist.”
*
İnanç turizminde potansiyelimiz çok yüksek ama değerlendiremiyoruz.
İsrail mesela Yahudi ülke olmasına rağmen, Hıristiyanlığı çok iyi bir tanıtım aracı olarak kullanıyor. İsa’nın ayak bastığı söylenen her yere bir kilise kurulmuş; en kötü yerde bile otel fiyatları 200-250 Euro; 50 Euro’nun altına restorandan çıkamıyorsunuz. Türkiye’de fiyatları çok yükseğe çekmeyelim ama inanç turizmi potansiyelimizi niye değerlendiremediğimizi kendimize soralım.
Doğu Roma’nın mirası üzerinde otururken ve bunu güçlü bir tanıtım aracı olarak kullanabilecekken, neden tek mirasımız Osmanlı’ymış gibi, Bizans eserlerini müze depolarında çürüttüğümüzü, bir Bizans müzesi bile kurmadığımızı düşünelim.
Hıristiyanlığın İsrail’den sonra ilk yayıldığı yer Antakya. Dünyanın ilk 7 kilisesi Ege Bölgesi’nde.
Dünyada, aynı sokakta 5 sinagoğun olduğu, İzmir’deki Havra Sokağı gibi bir yer daha yok. Sart Manisa, dünyanın en eski Yahudi yerleşim yerlerinden. Efes’te kütüphanenin basamaklarında Yahudilerin kutsal sembolleri var.
Türkiye’de 40 ilde inanç turizmine uygun olarak seyahat edilecek yerler var.
*
Doğa turlarına gelirsek... Kuşadası çevresi, Kapadokya, Kaş-Fethiye, Karadeniz, Yalova çevresi gibi birçok yerde müthiş yürüyüş rotaları var. Kaş 4-5 farklı macera sporunun yapılabildiği ender noktalardan ama ne kadar değerlendirildiği tartışılır.
Taner ülkeye parayı inanç ve doğa turizmi için gelenlerin bıraktığını söylüyor: “Kalabalık geliyor, kişi başı 2500-3000 dolar harcıyorlar. Yiyor, içiyor, gittikleri her yerden halı, deri, kuyum, seramik alıyorlar.”
*
Bizim gittikleri bölgeleri kalkındıran turistlere, bunun için de vizyoner bir bakışa ihtiyacımız var. Turizm Bakanlığı en çok ülkeye kaç kişi girmiş, ona bakıyor. Nitelik yerine niceliğe odaklanınca da verim alamıyoruz, sadece hamallık yapıyoruz.
Taner, yurtdışında üniversitelerin mezunlar derneklerine ulaşmamız gerektiğini söylerken bir örnek veriyor: “4 yıl önce Seattle’da University of Washington’ın mezunlar derneğinin bir toplantısına katıldım. 45 dakika Türkiye sunumu yaptım. Ardından, bana yarım saat hiç durmadan soru sordular. O yılın sonunda Türkiye’ye tur yapmak istediler ve yaptık. Sonra ‘Ülkeniz düzeldiği anda turu tekrarlamak, hatta rutine koymak istiyoruz’ dediler. Bu adamların 25 bin üyesi var, herkese satmayı planlıyorlar bu turu.”
*
Türkiye turizm fuarlarına katılıyor ama bu iş fuarlarla olmuyor. Dünyada çok sayıda ufak ama etkili turizm toplantıları var. Turizm Bakanlığı, hem konuya hem yabancı dillere hâkim, sunum yeteneğine sahip dinamik bir ekip oluşturup kaliteli turist getirecek ülkelere yollasa, onlar oralarda Türkiye’yi tanıtsalar bu işin çok büyük getirisi olur.
Devlet destek vermiyor, ciddi bir tanıtım politikamız yok, sistematik olarak lobicilik yapmıyoruz. Türkiye’de turizmde yıllarca devletin amatörlüğüne rağmen girişimcilerin, otelcilerin, acentelerin, rehberlerin ve turizm yöneticilerinin çabalarıyla yine de bir şeyler yapıldığını söylüyor Taner.
Şu anda turizmin hiç sırası değil diye düşünebilirsiniz. Ama bu ülkede sonsuza dek OHAL’de yaşamayacağımızı umarak, şimdiden tohumları atmalıyız ki, memlekette sular durulduğunda meyveleri toplayabilelim.
Paylaş