Paylaş
“Böyle bir şey yok” diyenler olsa da tanıklıklar, olduğu yönünde. Mesele şu ki; herkes olabileceğini düşündü. Zira, krizi fırsata çevirmek insanımıza yabancı bir davranış değil.
Deprem ertesinde bez bulamayan anneler bebeklerin altını gazete kâğıdıyla bağlarken, kaptıkları çocuk bezlerinden çadırlarına kilim yapanlar da bizim insanımızdı.
Her gün onlarcasının ölüm haberi gelirken mültecilere sahte yelek satan da bizim insanımızdı.
Taksicilerin kriz anında insanları kazıklamaya yeltenmesi bizim için ilk olmazdı. Ama yine de şaşırdık. 10 metre ötede onlarca insan ölmüşken, sağ kalanlar canının derdindeyken taksicilerin tek derdi nasıl cepleri olabilirdi?
*
Sosyal psikolog Prof. Dr. Melek Göregenli’ye göre bizim gerçekçi olmayan, romantik bir insan idealimiz var. İnsanların doğuştan vicdanlı olduğunu zannediyor; bu yanlarının özellikle zor zamanlarda ortaya çıkmasını bekliyoruz. Oysa vicdan, empati vs. insanın ancak bilgilendikçe kendini dönüştürmesiyle kazandığı şeyler.
Göregenli vicdanın kendimizle değil, gündelik hayatımızda diğerinin varlığını fark etmekle ilgili olduğunu söylüyor: “Mendil satan ya da trafikte cam silen çocuklar yaklaştığında insanların tavırlarına dikkat edin. Herkes bir an önce bu tatsız andan kurtulmak istiyor; ya camını kapatıyor ya hızla oradan uzaklaşıyor. Bunu da ‘Biz para verdikçe bunlar sokakta çalışmaya devam ediyor’ diyerek meşrulaştırıyor; ‘Ben aslında onların iyiliği için bunu yapıyorum’ diyerek davranışına bir erdem yüklüyor. Oysa biliyor; kapitalizm oldukça, sokakta hep birileri olacak.”
*
Taksici meselesi ‘diğerini fark etmeme’nin başka bir biçimi. Taksici, kazıklamaya çalıştığı müşteriyle ortak yanlarını, insan olduklarını, onun yerinde kendisinin de olabileceğini görmüyor. Kişisel çıkarı öne geçiyor.
“Bu tam bir orta sınıf özelliği” diyor Göregenli, “Bu tür davranışlar genelde yoksullara atfedilir. Oysa yoksullarınki daha çok hayatta kalmak için yapılan yağmadır. Bunda ise amaç bu koşullardan kâr elde etmektir. Burada müthiş bir kendine dönük bireycilik var.”
Koşullar zorlaştıkça ve sistem herkese yeterli güvence ve imkân sağlamadıkça hoyratlığın arttığından söz ediyor.
Dediğine göre, Brüksel’deki taksicinin böyle davranmamasının nedeni Avrupalı’nın doğuştan iyi olması falan değil. Onun yaşam standardı zaten bir çizginin üstünde. Ayrıca, o toplumda diğerini görmek, iyilik yapmak bir değer. Demokrasi, adalet, sistemik koruma mekanizmaları olmadığında ise herkes yaptığını çok kolay meşrulaştırıyor; “Bir ben mi şövalyelik yapacağım? Ben de gelirime bakarım” diyor. Kimse devletin ya da bir dış aktörün hayatını kolaylaştırmayacağını biliyor. O yüzden, çok ahlaksızca da olsa, kendi yöntemleriyle hayatta kalmaya çalışıyor. Herkes orman kanunlarını kendine göre yorumluyor.
*
Mesele bir yanıyla ekonomik; diğer yanıyla toplumsal. ‘Biz’ fikrinin bu toplumda artık pekiştirilen bir değer olmadığını söylüyor Göregenli: “Sürekli ‘bana benzeyenler-bana benzemeyenler’ ayrımı yapılıyor. Bu, diğerini kendinle eşit görmeyi engelleyen ve ona yaptığın her türlü istismarı daha kolay meşrulaştırmana yol açan bir şey. Toplum olabilmek için en azından ortak bir şeye inanmak, onu savunabilmek gerek. Biz bundan uzaklaştık. Hep milli maçlar vs. denir. Onlarda bile artık birleşemiyoruz. Böyle olunca, herkes grup kimliğini korumak için her türlü kötülüğü meşrulaştırıyor, diğerine çok duyarsız kalıyor.”
*
Galiba yeniden toplum olabilmek için çok daha ağır bedeller ödememiz gerekecek. Bu ülkede ancak sınıflar arası eşitsizlik ortadan kalktığında, eğitim seviyesi biraz yükseldiğinde, insanlar önce kendi ayrımcılıklarını fark edip diğerini de görecek bir doygunluğa ulaştığında...
Belki yeniden toplum olmayı başarabiliriz.
Paylaş