Paylaş
Hele konu çocuklarsa.
*
Ertan Karabıyık (50) ve oğlu Ada (17) bu yaz başında bisikletle Hollanda turuna çıktı.
“Türkiye’de yapılamaz mı?” diye düşünüyorsanız eğer, hemen ülkemizin bisikletle ilişkisini hatırlatayım: Bisiklet yolu olarak ayrılan yerlere araçlar park eder; yollardaki yağmur ızgaraları bisikletler için uygun değildir, yollar çukurlarla doludur; araç kullananlar ise bisikletlilere karşı hoyrattır.
*
Karabıyık oğluyla deniz-kum tatili yapmak yerine neden Hollanda’da ter atma zahmetine girdi diye merak ediyorsanız, cevabı şöyle:
“Bisikletle gezerek bir ülkeyi tanımak, uygun bir bütçe ile yaz tatilini geçirmek, oğluma meslek seçiminde yol göstermek, insan haklarına saygının en yüksek değer olduğu bir ülkeyi tanıtmak, ona bir vizyon sağlamak, bisikletle seyahat etmenin riskli olmadığı, insanların güler yüzlü ve destekçi olduğu bir ülkede 13 gün boyunca pedal çevirmek için.”
Nüfusunun yüzde 86’sı bisiklet kullanan, 15 bin kilometrelik bisiklet yolu olan, her köşesine bisikletle ulaşılabilen, trenlere bile bisikletle binilen bir ülkeden söz ediyoruz.
*
Çadır, uyku tulumu ve bisikletleriyle 8 Haziran’da Amsterdam’a uçan baba-oğul önce kuzeye doğru gitti; sonra doğuya, daha sonra güneye. Ucuz otelde konakladıkları yağmurlu 3 gece dışında, akşamları hep çadır kampinglerinde konakladılar. Çadır başına 5-10 Euro ödediler; bu fiyata duş, bazen internet ve elektrik dahildi.
Kahvaltılarını yanlarında taşıdılar. Yorgun olmadıklarında akşam yemeklerini kendileri hazırladılar.
13 günde 1034 kilometre yol yaptılar; bazen rüzgâra karşı, bazen de aşırı sıcakta 65 saat pedal çevirdiler. Günde 9 saat pedal çevirdikleri de oldu, sadece 2 saat pedal çevirerek kentleri daha detaylı gezdikleri de.
13 günde 25 kent gördüler. İki üniversiteyi ziyaret ettiler. Kampusların ne giriş kapıları vardı ne de girişte kimlik kontrolü.
*
Yüzlerce köyden geçtiler. Uzaktan ahırları incelediler; dünyanın en büyük süt kooperatifine süt veren üreticilerin çiftliklerine baktılar. Ot biçen, meyve bahçelerinin bakımını yapan köylüleri gözlediler dinlenme zamanlarında.
Ormanların içinde, kanal kenarlarında pedal çevirdiler. Bazen meyve bahçelerinden, bazen güneşi hiç görmeyen yerlerden geçtiler. Her yerde kuşlar vardı. Ördekler yavrularıyla bisiklet yollarında, gri balıkçık kanalların kenarında, kargalar, serçeler ve adını bilmedikleri onlarca kuş türü ülkenin her yerinde. Sabah onların sesleriyle uyandılar, gece onların sesleriyle uyudular. Çok sesli orkestra gibiydiler.
Emekle, bilimle, sabırla inşa edilmiş setlerden Atlas Okyanusu’nu seyrettiler. Elektriğini rüzgâr değirmenlerinden üreten tesislerin yanından geçtiler.
Hiç yere atılmış çöp görmediler. Bisiklet yolları, kentler ve köyler tertemizdi.
13 gün boyunca 50 litre içme suyu tükettiler. Hiç su parası vermediler. Tuvalet muslukları da dahil olmak üzere tüm çeşmelerden su içilebiliyordu.
Seyahat boyunca hiçbir sorunla karşılaşmadılar, hiçbir riskle yüz yüze gelmediler. Her yerde tam hijyen tam güven vardı.
Uçak biletleri, bisikletlerin Hollanda’ya transferi, konaklama, yemek, telefon, internet, seyahat sigortası dahil iki haftalık bu seyahat onlara kişi başı 2000 TL’ye mal oldu.
*
Ada’ya bu seyahatin ona kattıklarını sorduğumda bana upuzun bir liste hazırladı.
Kamp hayatı ona daha düzenli ve sistemli olmayı öğretti; İngilizcesini ilerletti; bir ülkenin sadece ünlü şehirlerden ibaret olmadığını o ülkeyi köy kasaba gezerek gördü.
Bunlar ve daha fazlası var. Ama Ada’nın listesinde bir madde var ki, çocuk yaşta tecrübe edildiğinde gelecekte insanı daha iyi biri yapabilir.
“Şehir içi trafikte her zaman önceliğin bisikletlilerde olduğunu, yayaların daha sonra, otomobillerin en sonda yer aldığını öğrendim” diyor Ada ve ekliyor: “İnsana gösterilen saygının ne kadar güçlü olduğunu anladım.”
İnsana saygı çocuğa ezberletebileceğiniz bir şey değil. Bir çocuk bunu ancak etrafında gördüğünde benimser. Ve bir çocuğa bunu öğretmenin en güzel yolu, bunu ona yaşatarak, iliklerinde hissetmesini sağlayarak olur.
Paylaş