İki internet sitesi dünyada yeni bir trendin öncüsü. Mahallenizin amatör aşçıları o gün yaptıkları yemeği siteye yüklüyor, karnı aç olanlar yakındaki bir evden gidip alıyor.
Tembel olmasam ve serde bir miktar girişimcilik olsa hemen yapacağım işi biliyorum. Bu işi yapıp Yemeksepeti’ne rakip olurdum. Dünyada yeni bir trend filizleniyor. Bu trendin tohumlarını atan iki internet sitesi. Biri Hollanda’da; adı Tweetjemee. Diğeri Fransa’da; adı Super Marmite. İkisine de kaydolup mahallenizdeki amatör şeflerin yemeklerini sipariş edebiliyorsunuz. Hollanda’da yaşıyorsunuz ve diyelim Tweetjemee’e kaydoldunuz. Önünüze bir harita çıkıyor. Arama bölümüne mahallenizin adını veya posta kodunuzu yazıyorsunuz; önünüze mahallenizde yaşayan amatör şeflerin o günkü yemek seçenekleri, ellerinde o yemekten veya tatlıdan kaç porsiyon olduğu ve fiyatı çıkıyor. Beğendiğiniz birini satın alıyor, ödemeyi siteye yapıyor, sonra da şefin verdiği saatte gidip o adresten yemeğinizi alıyorsunuz. Bu işin tüketici kısmı.
Sosyal sorumluluk boyutu da var
Amatör şeflere gelirsek... Sizin, benim gibi insanlar. Belki işi gücü olan biri, belki ev kadını. Ama ortak özellikleri yemek yapmayı sevmeleri. O günkü mönülerini ve yemeklerin fotoğraflarını siteye yüklüyor, fiyat belirliyorlar. Site amatör şeflere aylık ödeme yapıyor ama kazancın yüzde 30’unu kesiyor. Yüzde 20’si siteye, geri kalan yüzde 10 ise dünyadaki açlığa son vermeyi hedefleyen küresel kâr amacı gütmeyen kuruluş The Hunger Project’e gidiyor. Bütün olay yemek yapabilen herkesin o günlük birkaç porsiyon fazladan yapması ve canı yemek yapmak istemeyenlere satması. Amatör şefler Tweetjemee’ye yazılıp kendi “webtaurant”larını (web restoranı) açıyorlar. Öyle abartılı miktarlarda yapmaya da gerek yok. Hani iki kişisinizdir ama tencereden dört kişilik yemek çıkar ve yarısı çöpe gider ya... Burada çöpe gitmiyor, mahalleden birilerine veriyor, üstüne bir de para alıyorsunuz. Bazen de şef ve müşteri isterse hep beraber şefin evindeki mutfak masasında da yemeği birlikte yemek mümkün. İster şefin evine gidin, ister kapıdan yemeği alıp tüyün fark etmiyor. Avantajları fazla. Birincisi mahallenizde yaşayan insanlarla öyle ya da böyle tanışıp ilişki kurmuş oluyorsunuz. İkincisi, restoranlara göre daha uygun fiyata karnınızı doyuruyorsunuz. Üçüncüsü, ev yemeği yiyorsunuz. Tabii bu kozmopolit şehirlerde daha da iyi bir deneyim çünkü farklı dünya mutfaklarından yerel lezzetleri de restoranlardakinden çok daha gerçek haliyle tatmış oluyorsunuz. Üstüne üstlük buradan aldığınız her yemeğe ödediğiniz paranın bir kısmı dünyadaki açları doyurmaya gidiyor. ışin bir de sosyal sorumluluk boyutu var yani.
Paylaşım da sağlıyor
Fransa’daki Super Marmite’a gelirsek. Orada da model aynı. Sitenin kurucularından Olivier Desmoulin bir gece eve gelip buzdolabını bomboş bulduğunda bu fikir aklına gelmiş: “Saat geçti, karnım açtı. Tabii ki mahallede kebap gibi fast food yapan bir dolu yer var. Ama canım onu çekmiyordu. ınsan kendini yalnız hissediyor. Kendi kendime etrafta evde yemek yapan birçok insan olmalı diye düşündüm.” Desmoulin “Bu insanların evine gidip yemek yesem mesela, hem onlar için de ilginç olurdu. ınsanlar yemek değiş tokuşunda bulunabilir, yeni mutfaklar keşfedebilir, yemek ve sosyal deneyimlerini paylaşabilir, pişirme teknikleriyle ilgili fikir alabilir” düşüncesinden yola çıkarak bu siteyi kurmuş. Anlayacağınız, bu yeni iş modeli, bir tür sosyal paylaşım sitesi. Klasik anlamdaki ısmarlama yemek, take-away kültürüne de meydan okuyor. Yemeksepeti’nin sürekli müşterilerinden olmama ve dahiyane bir fikir olduğunu düşünmeme rağmen... Haftanın en az üç gecesi aynı restoranları ve aynı mönüleri görmekten çok sıkıldım. Hadi içinizdeki girişimciyi uyandırın ve biriniz şu modeli bizim şehrimize de taşıyın.