Balık çiftliklerini ne yapacağız?

Çoğumuzun balık çiftlikleriyle ilişkimiz, balık lokantasındaki mönüde başlayıp bitiyor.

Haberin Devamı

Deniz levreği ve çiftlik levreği seçenekleriyle...
Biliyoruz ki pahalı olan deniz levreği.
Nadir şeyler daha pahalıdır, ondan.
Belki bir beyaz aslan kadar nadir değil ama kendi çapında levrek de yok olmaya yüz tutmuş halde.
Sadece levrek değil, balıkların hemen hepsi.
Hal böyle olunca, kültür balıkçılığı, yani balık çiftlikleri son sürat artıyor.
Çiftliklerde üretilen deniz ürünlerine olan talep tavan yapıyor.
İyi hoş da, bu arada denizler mahvoluyor.
Elde var yeni kriz.
Dünyada da durum parlak değil ama Türkiye’de şaşırmayacağınız üzere, balık çiftlikleri plansız ve sürdürülebilirlikten uzak şekilde büyüyor.
Var olan balık çiftliklerinin neredeyse hepsi hiçbir kritere dayandırılmadan gelişigüzel kuruluyor; çevreye ve geçimini balıkçılıktan kazanan bölge halklarına ciddi zarar veriyor.
Yeni kurulan çiftliklerde eski yöntemler kullanılıyor. Hiç değişiklik yapılmadan sadece sayıları ve kapasiteleri artırılıyor.
Yerel balıkçılar ve bölge halkları bunlara karşı mücadele başlatırken ne Tarım ne de Çevre Bakanlığı önlem alacak herhangi bir çalışmada bulunuyor.
Bir kere bu çiftlikler yerel kıyı balıkçılığının yerini alıyor, yerel halkın balıkçılık yaptığı alanları ele geçiriyor. Ocaklar sönüyor.
Denizlerden yavru balıklar alınıp hayvanların neslinin tükenmesine katkıda bulunuluyor.
Çiftliklerdeki balıkların beslenmesi için balık yemi, yani “çöp balık” yapmak üzere genellikle yerel halkın gıdası olan doğal stoklar kullanılıyor.
Bu balıklar sıkça GDO’lu yemle besleniyor. Sonra da biz GDO’lu yemle beslenen balıkları yiyoruz.
Bunların yanı sıra, hastalıklara karşı balıklara antibiyotikli ilaç veriliyor. Antibiyotiği alıp denize dökmek denizleri zehirlemek demek.
Türkiye’de balık çiftlikleri leş gibi. Malum, balık, yemi, dışkısı hep beraber bir havuz içinde yaşıyor.
Tek hamle çiftlikleri 1 mil açığa, 50 metre derinliğe taşımak oldu. Ama bu sadece göstermelik bir çaba. Çiftlikler kıyıdan biraz uzaklaşınca engellenen sadece görsel kirlilik. Ki bu düzenlemeye de ne kadar uyulduğu tartışılır. Geçtiğimiz ay Karadeniz’deydim. Sahil boyu balık çiftlikleri taş çatlasa 500 metre açıktaydı.
Siz çiftliği istediğiniz kadar açığa kurun; o ilaçlar, GDO’lu yemler denizlere karışıyor.
Orkinos çiftlikleri başta Antalya taraflarına kuruldu. Ama orası Kıbrıs kanalına açık bir alan. Sürekli fırtınalardan kafesler kırılıyordu. Bunun üzerine bütün firmalar çiftliklerini Gerence’ye taşımaya başladı. Şimdi Gerence bitmiş vaziyette. Adam için oradaki ekosistem önemli değil, o kendi işletmesini korumaya bakıyor. Devlet de o balıkların ihracıyla giren dövize bakıyor.
Kimse “Balık çiftlikleri olmasın” demiyor.
Ama olacaksa adam gibi olsun, sürdürülebilir olsun.
GDO’lu yem, tavuk parçaları, yavru balık veya larva değil, bitki özlü yem kullanılsın.
Çiftliğin kurulduğu bölgeye yabancı türler değil, o bölgenin yerel balıkları yetiştirilsin.
Civardaki alanlara atık boşaltılmasın.
Hastalık oluşumu ya da yayılımını en aza indirecek sistemler kullanılsın.
Çiftliklerin karadaki tesisleri, yerel içme suyu ve bitki örtüsü gibi kaynakları tüketmesin.
Yerel halkın uzun vadeli ekonomik ve sosyal refahı desteklensin.
Uzun lafın kısası, çiftlik sahipleri sadece kendi cebini düşünmesin.

Yazarın Tüm Yazıları