Paylaş
Konuşulan, tartışılan konular delilik sınırına doğru hızla ilerlediğimizi gösteriyor.
Radyoyu açıyorsunuz, “İsteyen kotunu giyer, isteyen başörtüsü takar kardeşim” cümlesini işitiyorsunuz. (Tarih: M.S.2013)
Bankta gençlerin yan yana oturmasından rahatsızlık duyanların endişelerini tartışıyorsunuz. (Tarih: M.S. 2013)
Her geçen gün insan ekseninden uzaklaşarak din eksenine oturan bir devleti izliyorsunuz.
Kıyafet tercihlerini, insanın aklını kaybetmesine yol açacak istatistiklere sahip çocuk tacizini, mide bulandıran bir kadın algısı içinde yaşama halini konuşuyorsunuz.
Farkındasınızdır, kendine muhalefet edene karşı kullanılan kindar lisan devletin tüm kademelerine, iktidara yakın duran herkese öyle işlemiş ki 20 kere tartmadan bir cümle bile yazamaz olduk.
Sosyal medyada “ben şu konu hakkında sizin gibi düşünmüyorum” dediğinizde, (demokratik hak?) iktidar “yakın”larından insanı hakikaten hayrete düşüren hakaretler, küfür, ima, suçlama işitmeden geçen bir gün yok neredeyse.
Bir politikacıyı desteklemekle ona tapınmak arasında kalın bir çizgi vardı, çoktan şeffaflaşmış. Hissiyat “tapınma” sınırına gelmese “ben şöyle düşünüyorum” diyen bir adama sanki kardeşine küfretmiş muamelesi yapmak nedendir?
Kindar lisan, devletin en tepesine oturunca destekçileri ne yapsın, sahi ya...
Anne-babalarının davranışlarını kopya eden çocuklar gibi.
Saldırın, zombiler gibi
Devletin kindar lisanı bir yana, “hizmet” konusunda yaklaşım hep aynı: “Biz sizin için çalışıyoruz, siz hiçbir şeyi beğenmiyorsunuz.”
Sizin için çalışıp ürettiğimizi beğenmediğiniz için vatanınızı sevmiyorsunuz gibi saçma sapan bir sonuç çıkıyor sonra.
Hayır efendim, biz, bizim paramızla yapılan projelerin bize satılmasına karşı çıkıyoruz.
Devletin vatandaşı için ürettiği projelerin bir propaganda malzemesi olarak kullanılmasına karşı çıkıyoruz.
“Bizim gibi olmayana nefret besleyin eyy yüzde 50, bakın zaten biz de hayli kindar yaklaşıyoruz onlara” mesajına karşı çıkıyoruz.
İnsanı insan olduğu için DE sevdiğimizden, “bizim” gibi olmayana nefret beslemiyoruz.
İnsanlara başının örtüsü filtresiyle, inancı filtresiyle, sosyal statüsü filtresiyle, varlığı, gücü filtresiyle bakmıyoruz. Durduk yere kin gütmüyor, görüntüsüne, inandığına ya da inanmadığına, hayat görüşüne göre insanları ayırmıyoruz.
Biliyorum, kutuplaştırma eylemi içinde nefis bir oy potansiyeli taşıyor ama hakikaten bir yerde duralım artık.
Aynı oy potansiyeli çerçevesinde;
-Cehaletin normalleştirilmesinden,
-“Çoğunluk, çoğunluk” diye diye din kuralları ile yaşamanın ince ince normalleştirilmesinden,
-Kadının “normalleştirilmesi” kılıfı içine sokulmak suretiyle, baş örtüsü üzerinden siyasetin normalleştirilmesinden,
-Kadın, çocuk tacizinin üzerinin örtülmesinden, çocuklara yönelik tutumun BİLE normalleştirilmesinden,
-Yoksunluktan kaynaklanan “açlık” halinin normalleştirilmesinden...
Artık usandık.
“Aç” kaldığın meseleye şahsi hislerinle saldırırsan sonuç hep aynı olur, öyle değil mi: Çürüme. Mezarından taze hortlamış zombi gibi sağa sola saldırma hali.
Bunu günümüzde “bağzı” insanların kadına yaklaşımlarında görebiliyoruz.
Eli ilk defa bol para görenin davranışlarında görebiliyoruz.
Hak ve hukuk konusunda fırsatı bulunca, güç sahibi kişilerin insan hakları veya eşitlik gözeterek değil geçmiş mağduriyetlerin acısını çıkarma maksatlı hareketlerinde görebiliyoruz.
Gücünüzü korumak için sürdürdüğünüz davranış biçiminiz, lisanınız, politik tavrınız öyle çirkin ki...
Koca bir millet birbirine düşüyor.
Elinizi vicdanınıza koyun da söyleyin. Geceleri hakikaten rahat uyuyor musunuz?
Paylaş