Paylaş
Rutinleri, alışkanlıkları, tekrarladıkça kemikleşen ve yokluğunda eksikliğini çekeceği konular...
Güneşin etrafında dönen dünya gibiyiz esasında.
Gecemiz ve gündüzümüz var, mevsimlerimiz var... Evren içinde bir yerimiz, bağlı olduğumuz bir sistem var...
Sadece kendi dinamiklerimizden değil, sistemdeki değişikliklerden de etkileniyoruz. Güneşteki patlamalardan, ayın çekiminden...
Başka gezegenlerin hareketinden...
Yalnız kaldığımızda, sistemden uzaklaştığımızda, kendimizi sokaktan ve insanlardan soyutladığımızda kendi düşüncelerimizin esiri oluyoruz.
Kalabalıklara karıştığımızda ise bu defa kendimizden uzaklaşıyor, başka sesleri duymaktan iç sesimize karşı sağırlaşıyoruz.
Akıl, mantık, kalp işbirliği yapamaz, doğru karar veremez hale geliyor.
Fakat doğa dengesini bulur ya, insan da sistemi içinde dengesini illa ki buluyor.
* * *
İnsan için “sosyal bir varlık” denir, dolayısıyla kendini dış dünyaya kapatmak kendini tanımanın en iyi yöntemi sayılmaz.
Farklı sesleri, cızırtıları, tatlı melodileri, uzaktan gelen davul seslerini, yakınınızdaki fısıltıları, en içten sohbetleri veya en sahte sesleri duymak lazımdır...
Nereden geliyor olursa olsun, kendininkinden başka sesleri duymadan, kalabalıklar içinde durmadan insan kendini tanımlayamaz.
Yalnızlıkta kendi düşüncelerinde boğulmak vardır çünkü.
Farklı sesleri duymamak, objektif bakışını kaybetmek vardır...
Sanki bir gözünü, bir kulağını kapatırsın, yarım görür, yarım duyarsın.
Yarım yarım duyduklarına, yarım yarım gördüklerine bakar, hayatı ondan ibaret sanırsın. Verdiğin kararlar da yarım olur.
Öyle zamanlarda fallardaki gibi sebepli-sebepsiz yüreğin kabarır, durur. Dokunsalar ağlayacakmış gibi hissederken “kalbini dinlemek” zannettiğin şey de pek korkutucudur.
Fakat bil ki aklın sana oyun oynuyordur. O halinin, sığ suları okyanus sanan küçük bir çocuktan pek farkı yoktur.
Ayrı yollardan, aynı meydana çıkmak
Sürekli kalabalık içinde olmak da kendini tanımlamanın en iyi yolu sayılmaz. Bazen içinde bulunduğun kalabalığa o kadar alışırsın ki, kendini sadece bir
insan topluluğu içindeyken tanımlayabilirsin. O kalabalığın yaşantısına, alışkanlıklarına ayak uydurur, yaşadığın yerden, gerçeklerden bile kopabilirsin.
Kendini göremez, işitemez hale gelirsin. Aynada gördüğün kişi başka birisidir sanki. Sen değilsindir, senin yarattığın bir kukladır. İpleri, kontrolü sende
zannedersin.
Fakat değildir esasında. İpler, senin dışında herkestedir.
* * *
Yalnız kaldığında ise başka hikaye, ama özünde aynı: İpleri salıverirsin, hangi düşünce ipin ucundan tutarsa, seni sürüklediği yere götürüverir.
Bazen güzel yollar da gösterir ama genellikle paçalarından tutar, aşağıya çekiverir...
Sürekli kalabalıklara karıştığındaysa ipleri başkalarının eline verirsin. “Oynayın benimle” dersin ve olacakların sonuçlarını kestiremezsin.
Sürekli yalnız kalmak ve sürekli kalabalıklar içinde kaybolmanın arasında pek fark yoktur esasında: Yakın akraba sayılırlar.
Kendini çok fazla dinlemek ve kendini hiç dinlememek aynı meydana çıkar, farklı yollardan dolaşsa da...
O meydanın adına da bizim buralarda “körleşme” diyorlar.
Bir sürü insan o meydanda toplanmış, yüksek sesle konuşuyor, birbirlerini tam olarak duymuyor, yarın yokmuş gibi davranıyorlar.
Ve her nasılsa kendilerinden çok emin görünüyorlar.
Paylaş