Paylaş
Uzaklardasınız, belki evinizdesiniz, belki bir sahil kasabasında ayaklarınızı uzatmaktasınız...
Bir-iki gün içinde “Oh ya, kafayı boşalttım” diyeceksiniz.
Tatil iyi gelecek, yenilenmiş gibi hissedeceksiniz.
Sonra günler geçecek...
Tatil uzadıkça garip bir boşluk duygusu kaplayacak içinizi...
İşinizden kaynaklanan meşguliyet duygusunun boşalan yerine koyacak şey arayacaksınız.
Yoğun çalışılan işlerin tuhaf bir özelliği var.
İnsanın yıllar boyu kendisinden kaçmasına da yarıyor.
Bilirsiniz, emekli olmak bir hayaldir, adamımız yıllarca çalışmış, para biriktirmiştir...
Sonunda sadece kendine ve sevdiklerine vakit ayıracak zaman gelmiştir, kim bilir ne kadar harika geçecektir bu dönem...
Fakat emekli olan, derin bir boşluğa düşer.
Ne yapacağını, neyle uğraşacağını, bundan böyle nasıl bir hayat geçirmesi gerektiğini bilemez...
Bir başkasının şirketinde, bir başkasının hedeflerini gerçekleştirmeyi öğrenmiştir hayatı boyunca.
En iyi bildiği işlerden biri, başkasını mutlu etmek üzere çalışmak ve takdir görmektir; üstelik ona para ödenmektedir, bu çalışmaları hayatını sürdürmesini sağlamaktadır.
Hayatını sürdürmesini sağlamaktadır ama “maaşlı sistem” dediğimiz mesele, bir başkasının hedefini kendininkiyle karıştırmasına sebep olmuştur, başkasının hedeflerini kendi hayatı zanneder hale gelmiştir...
Çalıştığı yerle aşk ilişkisine benzer bir bağ kurarak kendini işine adayan bir maaşlı işkolik, iyi bir şey yapmakta olduğunu düşünür.
Bu yaşadığı hayali “aşk”ın esasında kendinden kaçmak için yine kendi kafasında yarattığı bir serap olduğunu hiç aklına getirmez.
Ancak işten çıkarıldığında veya emekli olduğunda farkına varır şirketiyle bir karşılıksız aşk içinde olduğunu...
Peki, işinin kendi kişisel dönüşümü konusunda yeri yok mudur? Elbette vardır fakat insan, şu çıplak gerçeği günde 12 saat işi için kafa patlatırken algılayamıyor: Ben, bir başkasının hayatta gerçekleştirmek istediklerine hizmet ederek bunun karşısında para kazanıyorum.
Dolayısıyla kişi “Ben ne istiyorum?” diyemez.
Kendi istek ve arzularını unutmuştur. Veya buna zamanı yoktur...
Veya bu sorudan özellikle kaçınmaktadır.
Kendini, düşüncelerini, seçimlerini, hayatını sevmemektedir, işinden çok hoşlanmasa bile mesleği, ona kendinden kaçmak için büyük bir fırsat vermektedir.
Ve emeklilik...
Kendi arzu ve isteklerini unutanlar ve kendilerinden hoşlanmayanlar bir gün emekli olurlar.
Sudan çıkmış balığa dönmüşlerdir.
Ne adamakıllı geliştirebildikleri bir hobileri vardır, ne de iş dışında yapmayı bildikleri bir “iş”...
Derin bir boşluğa düşerler. Savrulurlar. Kendileriyle karşılaşırlar ve bu ilk karşılaşmada ne yapacaklarını hiç bilemezler.
Ömürlerinin yarısı geçmiştir fakat hayatta pek çok kavramla ilk defa karşılaşan bir küçük bir çocuk naifliğinde şaşkındırlar.
Ofis dışında işlevi yok gibi görünen bu adam kimdir? Bu kadın kimdir? Ne istemektedir? Neden yaşamaktadır?
İşte, uzun tatiller de bazen emekliliğin ön gösterimi gibidir.
Hani tatil uzadıkça içinizde tuhaf bir melankoli, ismini koyamadığınız bir boşluk oluşur ya...
“Tatil bitiyor” diye üzüldüğünüzü sanırsınız ama o melankolinin sebebi işbaşı yapacağınız gün geliyor diye değil...
Kafanızı meşgul eden bir “iş” olmadığı içindir...
Kendinizle karşılaşmışsınızdır ve o adamla/ kadınla ne yapacağınızı bilememektesinizdir...
Hatta kendinize bile itiraf edemezsiniz fakat işe dönecek olmak içten içe sevindirir sizi, o rutin, o konforsuz konfor alanı, o meşguliyet işinize gelmektedir...
Peki 60 yaşına geldiğinde, en iyi bildiği şeyin “kendinden kaçmak” olduğu insanlara dönüşmek ister misiniz?
Bence istemezsiniz. Hayatınızın çoğunu geride bırakmışken böyle bir hisle karşılaşmayı, inanın hiç istemezsiniz.
Bakın ne diyeceğim...
Bu uzun tatilde kendinizden kaçmamayı deneyin.
Bakarsınız, içinizden hiç tanımadığınız biri çıkar ve o insanı çok seversiniz...
“Boşuna kendimden kaçmışım” dersiniz...
Bunu keşfetmek kulağa çok eğlenceli gelmiyor mu?
Paylaş