Paylaş
Sürekli kitap satın alıp, onları okumadan biriktirmek demek. Kitapların okunmamış vaziyette sağda solda, masaların üzerinde, rafta veya ne bileyim, yatağın yanında okunmamış halde biriktirmeyi ifade ediyor.
“Kitap açlığı” diye bir şey var.
Çocukken kitapsız da bırakmadılar hani, bu bastırılamayan açlığın sebebi tam olarak nedir, emin değilim.
Belki de “Ne kadar okursam okuyayım, hiçbir zaman her şeyi bilemeyeceğim” hissi.
Belki de hiç bitmeyen bir kendine güvensizliği tatmin etmenin yolu. Kendini her daim eksik hissedenlerin tutunduğu dal.
“Tsundoku” mu emin değilim, bende de var o biriktirme huyu.
Evdeki kitapların hepsini okudun mu?” desen, hayır.
Belki bundan 20 sene sonra ailemin evinden yangından mal kaçırırcasına alıp kendi evime koyduğum ve “okumazsam ölürüm” dediğim kaç kitabı okumamış olacağım. Yine büyük bir açgözlülükle gidip sahaflarda dolaşacağım, kitabevlerinden yeni kitaplar alacağım, başucuma koyacağım.
Gün gelecek beş tanesini art arda okuyacağım, gün gelecek üç hafta kapak bile açmayacağım.
İşte diyorum ya, “tsundoku” mu emin değilim diye.
Böyle oluyor. Ya hep, ya hiç.
Belki de “Türk tipi Tsundoku” demek lazım, kim bilir?
Zira başka ülkelerde bu kadar saçma sapan, bu kadar hızlı değişen, bu kadar insanı bir köşeden öbür köşeye sürükleyen bir gündem yok.
Hayatın nispeten sıradan rutinlerle ilerlediği ülkelerde, adamların “kitap okuma saati” var, ibadet eder gibi okuyor da okuyor.
Bizim gibi ruh hali bir o yana bir bu yana savrulmuyor.
Genel olarak bizde öyle bir “sabit alışkanlık” edinme imkanı yok ki kardeşim? Bir anda dünyan tersine dönüveriyor gelen bir haberle. Televizyona bakayım diyorsun, sapan gerici sansürlerin “halkın hizmetinde” olduğu bir sistemde olduğunu iliklerine kadar hissediyorsun. Sokağa çıksan zamane mahşerin dört atlısı gibi gelen bir minibüs şoförü üzerine sürüyor.
Sosyal medyada zaman geçireyim desen yazdığına cevap verip küfür sallıyor. Yav diyorsun, kafa mı bıraktınız kitap okuyacak.
Zaten nasıl okuyayım, aklım Twitter’da “acaba ne gibi gelişmeler yaşandı” diye tırnak yiyorum.
Öte yandan “tsundoku”ya bir anlamda faydası oluyor bu gündemin. Normalde bir kitapçıya girer, aradığım kitabı sorar veya çok satanlara bakar, sonunda kendimi rahatlatacak veya okumayı arzu ettiğim bir kitabı alır çıkarım.
Yanında “bitmeyen ergenlik keyfim” Glamour dergisini filan koyarım mesela.
Şimdi ne oluyor? Kitapçıya girip “Alfred Adler İnsan Tabiatını Tanıma, Machiavelli’nin Prens’i, Cavit Orhan Tütengil’in Azgelişmenin Sosyolojisi’ni ver canım” diyorsun, aklın orada çünkü.
“Güçlü cahil”i anlamak gerekiyor. Keyif filan yok zaten, Glamour da neymiş.
Üstelik eve gelip aldıklarını derhal okumaya başlıyorsun tsundoku msundoku hak getire.
Bu müthiş garabet gündem sayesinde genel kültürümüz artıyor.
Normalde böyle bir gündem olmasa “Farkındalığının farkında ol. Kendinle kendin ol. SEN SENSİN.” filan diye zırvalayanların kitaplarını karıştırıp “SİE” demeyi pek severdim. Artık onu da yapamıyorum, zamanımız değerli.
Tsundoku’mun üstesinden gelmemi sağladığın için teşekkürler Türkiye! Ama ne olur ara sıra sakinleş, hiçbir şey olmasın mesela. Norveç’te yaşıyor gibi takılalım.
Kitabının kapağına komple suratının fotoğrafı koyup “Sen sensin ben de ben. Eğer sen ben olsaydın ben senle olmazdım...” gibi insanın beyin damarlarını çatlatan cümleler sıralayan şöhret sevdalılarını da okumak istiyorum.
Ha, bir de şöhret istiyorsan kitap yazmak yerine TV programı yap bence.
Paylaş