Paylaş
Bunu herkesin bildiği iyi mi oldu, bakın o konuda pek emin değilim. Zira canına susamış gibi otomobil kullanan sürücülerin ülkesinde, “Sürücü, rızası olmadan üflemek zorunda değil, mevzuatta boşluk var” demenin “İçki içerek rahatça otomobil kullanabilirsiniz” demekten pek bir farkı yok.
Canına susamış sürücülerin ülkesinde, benim gibi birçok otomobil sahibi, otomobilini terk etti, “mecbur kalmadıkça otomobilimi durduğu yerden çıkarmam” noktasına geldi.
Yine de hem şikayet edip hem de alternatifleri denemekten kaçınanlar çoğunlukta. (İstanbul için konuşacak olursam, bugün hâlâ sadece sürücülerini taşıyan araçlardan oluşan köprü trafiğinden, Maslak-Beşiktaş trafiğinden bahsediyoruz.)
Üstelik tek mesele trafiğin, yolların insanın kafasına huni taktıracak boyutta olması değil. Bırakın başkasını, kendini düşünmeksizin pervasızca direksiyon sallayanlarla savaştığımız bir “ecel meydanı” olması.
Hâl böyleyken kanuni boşluğa vurgu yapmak için söylenmiş sözlerin yankısı farklı oluyor. Bir yaraya işaret etmek maksadıyla söylenen sözler, rahatlıkla “kanundaki boşluk uyanık vatandaşlar tarafından değerlendirilmek için bekliyor” tarafına meylediyor.
Henüz alkollü araç kullanmaya sağlam bir çare bulunmuş değil, bu bilgi ile şimdi ‘yeni nesil alkollü sürücüler’ ortaya çıkacak. Sarhoş olup tanksı araçlarına binecek ve üflemeyi reddedecekler. “Bir kadeh üfleyince çıkmaz” diye içenler, üflemek zorunda olmadıklarını bilecekler.
Kanunda arasan boşluk çok. Bir türlü adam olmayan sürücülerin bu “ecele sürüş” tekniklerini değiştirmelerine nasıl sebep olacağız, esas soru bu.
Ölümün bile korkutmadığı “bana bir şey olmaz”cıların aklına nasıl gireceğiz? Düşünce sistemini nasıl değiştireceğiz?
“Daha çabuk geçelim” diye yaya geçidinde araçlarını üstümüze süren ve bizi kovalanan tavuklar gibi koşturan adamları ne yapacağız?
“Trafik devrimi” için daha ne kadar bekleyeceğiz?
“Ecele sürüş” ile zihinsel mücadele
Trafikle ilgili yaşanan hiçbir vahşet bizi adam etmiyor. İnsanın kanını donduran kazalar dahi bir adım ilerleme kaydetmemize sebep olmazken, insan trafikte delirmekte iken, “kendi kendime ne yapabilirim”i düşünüyor.
Uzun zamandır olan belli: Yollarda terör estiren adama laf edecek olsan, küfrü yiyorsun. Seni trafikte zorlayan adam, bir daha seni görmeyeceği için orada slalomunu yapıyor, serseriliğini yapıyor ve defolup gidiyor.
Bugün bizi çileden çıkaran ne varsa, bu tip adamlardan çıkıyor. Kurallara uyduğunda ise “yavaş, insanı hasta eden sürücü” oluyorsun.
Peki soralım o halde: Madem henüz trafik devrimi yok, kendimizi korumak için ne yapmak lazım? Sinyal vermeyi zul görenler yüzünden öndeki araç sürücüsünün zihnini okumaya çalışmayı daha ne kadar sürdüreceğiz?
Bir tek trafikte birbirine yol vermemek için öndeki araca yarım milimetre yaklaşan, bu uğurda çarpışıp hem kendilerini hem de yolları kilitleyen, gaz-fren savaşı yapan araçları daha ne kadar izleyeceğiz?
“Önce ben geçerim”ciler yüzünden kilitlenen yollarda ömür çürütmeye daha ne kadar devam edeceğiz?
Aklınıza gelebilecek her türlü durumda lüzumsuzca korna çalanları daha ne kadar duymazlıktan geleceğiz?
En önemlisi: Her gün trafik yüzünden hayatımıza kastedenlere daha ne kadar tahammül edeceğiz?
Paylaş