Televizyonsuz hayat

Oturma odasının mobilyaları televizyonu iyi görecek şekilde yerleştiriliyor.

Haberin Devamı

Yemek masası da öyle.
Yemek saatinde kalabalık bir aile masanın çevresinde ama kalabalıktan çıt çıkmıyor, çünkü bir göz orada.
Televizyon ailenin en neşeli, en konuşkan, en tatlı üyesi sanki.
Küçük ve sevimli bir bebek gibi, tüm ilgiyi kendinde topluyor.
Televizyon hayatımızın içine bir aile üyesi gibi girdiği zaman, insanlardan rol çalıyor diye sinirlenirdik.
İletişimi azalttı, kimse artık konuşmuyor, yemekte bile iletişim kuramıyoruz diye kızardık birbirimize.
Sonra biraz daha vakit geçti, eve yeni bir bebek geldi.
Ailenin en renkli üyesi televizyonken, onun da rolünü akıllı cihazlar çaldı.
Artık yemek masasında gözler televizyonun olduğu yöne doğru değil, öne doğru bakıyor.
Akıllı cihazlar rol çalmadı aslında, televizyonla birlikte ailenin iki kalıcı üyesi olarak diğer üyelerin birbirleriyle olan iletişimini kesti.
Evdeki sakinlik, huzur, telaşsızlık gitti, yerini daimi gerginlik, kesintisiz meşguliyet, huzursuzluk ve hırçınlık aldı.
Televizyon, cep telefonu ve tabletler vücudumuzun, zihnimizin bir uzantısı artık.
Durmaksızın akan enformasyon, durmaksızın değişen görüntüler, işinize yaramayan bir dolu laf kalabalığına maruz kalmak...
Telefonlar, tabletler bir kenarda dururken ise, eski dostumuz, modern zaman “ateş”i televizyon karşısında ağzımız beş karış açık, birbirimizle konuşmadan oturuyoruz.
Evde televizyonun açık olması şart sanki.
Evde bir “fon” olmalı ve o fonu televizyon yaratmalı. İzlenmese de ses çıkarmalı...
Bir ay önceydi herhalde.
Evde “televizyon izlemesek ne olur” dedik ve bizi sözde “hayata bağlayan”, yani kanalları izlememizi sağlayan platforma veda ettik.
O günden beri evde “televizyon sesi” yok.
“Fon” yok yani.
Bas bas bağıran çirkin reklamlara maruz kalmak yok. İnsanın içini şişiren içeriksiz programlara maruz kalmak yok.
Haber izleyip kalan son enerjiyi de ona teslim etmek yok.
Haber mi okumak/izlemek istiyorum?
Neredeyse tüm kanalların internet sitesi var, açıp izliyorum.
Veya açıyorum Twitter’ı, takip ettiğim profiller sayesinde, filtreden geçirilmiş haberi değil, doğrudan olanı öğreniyorum.
Açıyorum gazetemin internet sitesini, neler oluyor, okuyorum.
Bir aydır televizyonsuzluğun keyfini çıkarıyorum.
Hayat daha yavaş akıyor.
Beni oyalayan, yemek yerken boş gözlerle baktığım bir ekran yok evde.
Canım isterse bir şeyler izliyorum.
Kitap okuyorum.
Yazı yazıyorum bol bol. Pek nadir sosyal medyaya bakıyorum.
Sonra ne oluyor, biliyor musunuz?
İnsan uzaklaştıkça, televizyon ve akıllı teknolojisiz hayatın bir benzerini yaşadıkça, gördükleri garip gelmeye başlıyor.
Ne bileyim, Facebook’a herkesin görmesi için yazılmış ama sadece bir kişiyi ilgilendiren bir kişisel not.
“Neden bunu söyleyeceği insana doğrudan söylemiyor ki acaba?” diyorum.
Twitter’da sabahtan akşama kadar gündem takibi ve yorumu yapanlara bakıyorum.
“Ne kadar büyük bir enerji tüketimi, ne büyük bir stres kaynağı” diyorum.
Biliyorum, ben de yaptım çünkü bunu.
Hayat yavaş akıyor. Sakin akıyor.
İşlerimi sıraya koyuyorum.
Acele etmeden, aklımı gereksiz gürültü ve görüntülerle meşgul etmeden yapıyorum işlerimi.
Beni durmadan dürten, esir eden “Bir şey kaçırıyorum” hissinden kurtuluyorum.
Güzel oluyor.
Vallahi güzel oluyor.
Deneyin, tavsiye ederim.

Yazarın Tüm Yazıları