Paylaş
İnsanın hayatını kolay kolay garantiye almasını sağlamaz oyunculuk.
Kimileri şanslıdır, hep doğru işler yapar, çok paralar kazanır. Kimileri de hayatı boyunca ip üstünde yürür, gün gelir parıltılı tarafa, gün gelir “unutulmuş yüzler diyarı”na doğru meyleder...
İçinde bulunduğu yapımın iptal edilmesi, bir oyuncunun başına gelebilecek en kötü, en tatsız olaylardan biri... Üstelik olaylar, haksız rekabetin kol gezdiği ve insanın adalet duygusunu kalbinden söküp alacak kadar vahşi bir kaygan zeminde cereyan ediyorsa...
Dün Milliyet’ten Sina Koloğlu yazdı, 3 yılda tam 236 dizi iptal edildi. Bu, her sezon ortalama 35-40 yapımın son bulduğu Amerikan televizyonunu dahi ikiye katladığımız anlamına geliyor.
Biliyorsunuz, bir diziyi saatinde izlemeniz gerekmiyor artık. Canınızın istediği an bir dizi sitesinden açıp izleyebilirsiniz. 15 sene önceki gibi “Bu gece Kara Melek gecesi, planlar iptal” durumu söz konusu değil.
“Bu durum iyi mi, kötü mü” derseniz... İzleyici için görünürde iyi. Teknoloji, izleyiciye istediği yapıma istediği her an ulaşabilme özgürlüğü kazandırdı.
Konuya mesleki açıdan yaklaşınca, ortada dev bir sorun var. Telif hakkı dediğimiz mesele, Türkiye’de televizyon dünyası açısından tam bir muamma. “Reyting” konusu da öyle...
İzleyicinin, internette dizi izleyebilme özgürlüğü dediği, oyuncu ve yapımcının ekmeğine mâl oluyor.
Dahası, sevilen ve izlenen bir dizi, biz onu sonradan izleyecek başka yollar bulduğumuz için, “izlenmiyor, çarkı döndürecek kadar para kazanmıyor” diye yayından kaldırılabiliyor.
Burada konu yapımların kalitesi, niteliği değil. En iyi yapımlar da, en kötü yapımlar da bu adaletsiz reyting çarkına nitelik farkı gözetmeksizin giriyor ve kaderleri birbirine benziyor.
Telif hakları denen konu arapsaçı olduğu için, istediğiniz yapıma, internet üzerinden bir tıkla, bedavaya, istediğiniz zaman ulaşabiliyorsunuz.
Bu konu tüm yapımlar için geçerli. Bugün video paylaşım sitelerinde baştan sona izleyebildiğiniz yapımlar, oyuncu ve yapımcılarına beş kuruş kazandırmıyor.
Ha, “Ne anlatıyorsun, ben dizimi izliyorum, bana ne?” diyeceksiniz. Şöyle düşünün: Birileri gelse, “Çalışmaya devam edeceksin ama maaş almayacaksın” dese, bunu kabul eder misiniz?
Oyuncuların, televizyonların, yapım şirketlerinin kaderi, ekmeklerini kazandıkları işleri, internet vasıtasıyla yayan ve bu sistem üzerinden haksız kazanç sağlayan kişilerin elinde. Vaziyet bu kadar vahim iken, yeni bir düzenleme şart görünüyor.
Yapılana kadar, zaten doğası gereği “ip üstünde” işlerden biri olan televizyonculuğun Türkiye modeli olan adaletsiz hali, daha haksız yere çok canlar yakacak...
Bizim Sophie Kinsella!
Arzum Uzun’u ilk kitabını, “Aşkın 8 Kusuru”nu yazdığı dönem tanıdım. Bana göre aşkın kusurlarını değil, modern dünyanın o modern dediğimiz insanlarının hastalıklı ilişkileri ne kadar normalleştirdiğini anlatıyordu.
Hikayeleri gerçek olaylardan yola çıkarak yazmıştı üstelik... Tokat gibi çarpıyor, okurken insanın yüreğini eziyordu o “böyle ilişkiler artık çok sıradan, çok normal” duygusu...
Şimdi yeni kitabı “Süper Zeki bir Kadının Über Salak Hikayesi”ni yazdı Arzum. Bu defa yaşadıklarını, gördüklerini ve duyduklarını hikayeleştirmiş, Bilun Yılmaz adını verdiği bir “medya karakteri” yaratmış, mizahi bir dille onun hikayesini anlatıyor.
10 senesini dergi ve gazete dünyasında geçirmiş bir “medya insanı” olarak gözlemlerine çok güldüm. Sektör ayrımı yapmaksızın iş dünyası içinde olan her kadın kendinden bir parça bulacak ve çok gülecek Bilun Yılmaz’ın öyküsünü okurken, eminim.
Arzum, Sophie Kinsella’nın Alışverişkolik serisinde yaptığı gibi Bilun Yılmaz’ın maceralarını yazmayı sürdürecek, serinin ikinci kitabı yolda.
Alın, okuyun, çok eğleneceksiniz.
Paylaş