Evvelki gün Günaydın yazarı Öncel Öziçer boşanma esnasında eşinin uygunsuz videolarını duruşmada “kanıt” olarak sunan bir adamdan bahsediyordu ve “Teknoloji ilerledikçe insanoğlunun başka hangi değerleri çürüyecek bakalım” diyordu.
Haklı, hatta bunu “İnsanoğlunun çürümedik yeri kalacak mı?” diye sormak lazım aslında. Metroda etek altı resimleri, yatak görüntülerinin gizlice kayda alınması gibi meseleler bir yana, benim beynim çürüdü, içim çürüdü biliyor musun, sevgili internet ve teknoloji diyetine ihtiyaç duyan Habitus okuru. 1999 yılına dönüp, -sadece konuşma ve SMS imkanı sunan o renkli kapaklı Nokia’lar zamanına hani- “Nokia şarjı olan var mı?” diye bağırmak geliyor içimden. Tamam, teknolojinin ve mobil hayatın iyi yönleri şahane, günlük yaşantıya pek yardımcı fakat bizdeki “teknolojisizlik özlemi”, nostalji aşkımızdan kaynaklanmıyor. Sadece değer çürümesi değil, beyin çürümesi, muhabbet çürümesi gibi hadiseler de yaşanıyor. Mesela kalabalık bir arkadaş ortamında bir noktada herkesin telefonlarına, Twitter’ına bakmadığı, elinde dikkatini dağıtacak bir alet olmadığı için muhabbetin hiç bölünmediği, herkes kendi telefonuna daldığı için uzun sessizliklerin yaşanmadığı zamanları çok özledim. Eskiden fazla kitap okuyunca şöyle bir içim bulanırdı, göz bebeklerim Times New Roman fontuna döner, hayata devam etmek için gözlerimi şöyle bir uzaklara sabitlemem, çevreme bakınıp üç boyutlu hayata yeniden adapte olmam gerekirdi. Şimdi bunlara bir de “internet sarhoşluğu” eklendi. Uzun zaman haber sitelerine girip bir de üstüne sosyal medya dünyasında gezinince fenalaşıyorum. Tekrar kendime gelmem için kafamı soğuk suya sokmam, alnıma buzlarla kompres yapmam gerekiyor. Resmen beynimin çürüdüğünü hissediyorum.
Arada kaldık!
Teknolojisiz zamanları özlüyoruz ve bunun nostaljiyle bir ilgisi yok. İşte buyurunuz bir özlem daha: Akşamları telefon çevirmenin “ayıp” sayıldığı, çok önemli bir hadise yoksa kimsenin kimseyi pek aramadığı zamanlar... Hatırlarsınız, birini arayacağımız zaman elli kere düşünür, çok lazım değilse ertesi günü beklerdik. Gece telefon çaldığı zaman ev ahalisi panik halinde, geceliklerini uçura uçura telefona koşardı. Şimdi sabah erken ve gece geç saatte hiç arayanınız yoksa bile bankalar ve zincir mağazalar rahat bırakmıyor. Teknolojinin nispeten sınırlı olduğu bir hayatı tatmış olan bizler herhalde dijital dünya içine doğmuş insanlar kadar benimseyemeyeceğiz bu yeni dünyayı. Teknolojiyi sevsek de bizi durmadan “çürüttüğünü” hissedeceğiz. Onunla olan alakamızı “az çürüme” ayarına getirme gayreti içine gireceğiz. İnterneti, telefonu bir kenara bırakıp nefes almayı hep isteyeceğiz. İnsanlık tarihi bizim kadar “arada kalmış” bir nesil görmemiştir herhalde...
Neden olmasın?
Biliyorsunuz voleybolcu Nurcan İbrahimoğlu bir İETT otobüsünde saldırıya uğradı. Nurcan, bu olayı cep telefonuyla kaydetmiş olsaydı, kendisine yumruk atan adamı bulmak daha kolay olmaz mıydı? Ya da sokak tacizine uğrayanlar canlarını tehlikeye atmayacak şekilde olayı kaydetse/tacizcinin fotoğrafını çekse, şikayet durumunda bu kayıtlar işi kolaylaştırmaz mıydı? Mobil teknoloji, böyle durumlarda hayat bile kurtarır, bunu kulağa küpe yapmak lazım.