Paylaş
Bugün yaşadığımız günlerden eser kalmayacak. Binalar çökecek, dünyamız tersine dönecek. Felaket tellallığı değil, gerçek bu.
O kadar gerçek ki, en kestirme ve kolay olan “çare”, bunu yok saymak.
Öyle yapıyoruz da... Hiçbir şey olmayacak gibi, zemin altımızdan kaymayacakmış gibi yaşıyoruz.
Sadece rantı yüksek mahallelerde binalar yıkılıp yeniden yapılıyor.
Rant getirmeyecek, bir müteahhitlere para kazandırmayacak binalar, oldukları yerde durmayı, milyonlarca insana yuva olmayı sürdürüyor.
Düşünebiliyor musunuz, bizim için en büyük felaket olacak deprem riskine karşı önlemi, ancak para getirme şartı ile alabiliyoruz.
Binası yıkılırsa, altında kalırsa “kaderimizde bu varmış” diyecek/öyle demesi gerektiğine inandırılacak milyonlarca insan yaşıyor bu şehirde.
Arkasında bırakacakları sevdikleri hesap sormaya kalkacak mesela, “Depremde can kaybı, bu felaketin doğasında var” diyecekler...
Ölen, öldüğüyle kalacak. Başımıza gelen tüm insan yapımı felaketlerde olduğu gibi...
Maden ocağı öldürmez, insanın yaptığı ihmal öldürür.
Deprem öldürmez, insanın yaptığı ihmal öldürür.
İnşaat öldürmez, insanın almadığı önlem öldürür.
Trafik öldürmez, insanın kural tanımadan direksiyon sallaması öldürür.
Ama ne diyorduk? Bunların hepsi için? “Kader”
“Kader” meselesini, birileri işine göre kullanınca böyle oluyor işte.
Almadığı önlemler, belirleyemedi öncelikler binlerin, milyonların hayatına mal olunca “kader” deyip geçiyorsun, oh ne ala memleket...
Deprem olunca da “kaderde bu varmış” diyecek, geçeceğiz.
Daha doğrusu “kader” deyip geçmemiz salık verilecek.
İnsanın sebep olduğu tüm felaketlerde olduğu gibi...
Deprem riskine karşı önlemi, ancak birilerine para kazandırıyorsa alabildiğimiz bir ülkede hiçbir şey yokmuş gibi çocuk doğuruyoruz, bir işe yatırım yapıyoruz, borç altına giriyoruz, her gün bir önceki güne benzeyecekmiş gibi yaşıyoruz.
Deprem riski olmayan bir şehirde yaşamıyoruz oysa.
Başka dünya şehirlerinin, o şehirlerde yaşayan insanların hayatlarına benzetiyoruz ya İstanbul’daki hayatı bazen...
“Modern şehir hayatı” ile başlayan cümleler kuruyoruz.
Bakın, bu dünyanın en büyük yalanı.
İstanbul’da New York’taki falan şefin filan restoranı şube açacak diye “dünya şehri” olmakla övünüyoruz mesela.
Yahu o dünya şehri ilk depremde darmadağın olacak? Hangi dünya şehri?
New York’taki adam ertesi gün bir beton bloğunun altında kalabileceği riskiyle yaşamıyor?
Yemişim İstanbul’daki modern şehir hayatını...
“Modern şehir hayatı” dediğin şey önceliklerin doğru belirlendiği, insan hayatının değeri olan şehirlerde söz konusu olur.
Bizimkisi balon. İlk depremde patlayacak bir balon.
Bakın vaziyete:
Deprem eğitimi yok, acil durum planı yok, toplanma alanlarının yerinde AVM’ler yükselmiş...
Deprem ,“bize bir şey olmaz”cı şark kurnazı anlayışta tamamen yok sayılan bir gerçeğe dönüşmüş.
Zaten halihazırda trafik milim ilerlemiyor, deprem olduğunda şehrin ne hale geleceğini hayal edebiliyor musunuz?
Bir deneyin isterseniz. Binanın altında kalmamış olmanız iyi bir haber olmayabilir o gün geldiğinde; zira şehirden kaçmak da mümkün olmayacak.
Feci, çok feci bir öncelik sorunumuz var.
Çok zor değil halbuki fay hattı üzerinde olan İstanbul gibi bir şehirde öncelik belirlemek.
Deprem kabak gibi ortada, “Önce benimle ilgili önlem alacak, vergilerini buna kullanacaksın” diye bağırıyor, niyeyse duymuyoruz.
Duymak yerine ne yapıyoruz?
Tek önceliği, eski binaların güçlendirmesi olması gereken bir şehirde, otoyol kenarlarındaki duvarlara çiçek ekiyoruz.
Sonra onları suluyoruz mesela. Müthiş, değil mi?
Tek önceliği eski binaların güçlendirmesi olması gereken bir şehirde, eğer yıkılması halinde müteahhide para kazandıracak bir durum yoksa, oturduğumuz binanın depreme dayanıklı olup olmadığını öğrenmek masraflı geliyor.
Vergiler “prestij”e harcanırken, ilk şiddetli sarsıntıda darmadağın olacak şehirlerin, canından edilecek insanların, geride kalacak acılı milyonların lafını bile etmiyoruz.
En büyük gerçeğimiz depremi bıraktık, Afrika’ya refah götürmenin planını yapıyoruz.
Tüm derdimiz bitti, hiç eksiğimiz kalmadı ya, dünyaya iyilik, güzellik, “TOKİ” dağıtmaya kalkıyoruz. İnsaf derler, insaf.
Kendi evimizde, hiç umursamadığımız bir felaket bizi kapıda beklerken, yine öncelikler karışıyor.
Felaket geliyorum derken bunu görmezden gelmek niyedir? Niye?
Paylaş