Paylaş
Üstelik spor, sadece yapan için mutluluk kaynağı değil. Sahillerde, sokaklarda yürüyen, koşan insanlar, başkaları için de müsekkin etkisi yaratıyor. Birilerinin kendilerini, geleceklerini ve çocuklarının geleceğini düşündüğünü görüyorsunuz. Sporu hayatına sokabilen kişi, kısa vadeli değil, uzun vadeli düşünebildiğini ve kendine yatırım yapabildiğini anlatıyor esasında. Bu da yapan kadar, bunu izleyene de iyi geliyor.
Spor birçok kişi için “Her şey yolunda” demenin, böyle hissetmenin bir yöntemi. Sadece işin psikolojik etkisinden bahsetmiyorum, spor sayesinde salgılanan endorfin ve serotonin hormonları ile gerçek bir mutluluk ve enerji patlaması yaşıyorsunuz.
Tabii spor yapmak, uyku vakti haricindeki saatleri koşturmacayla geçirenler için çoğu zaman hayal. Hareketsiz yaşama alışmış olanlar için de hayal. Başlamak zor, süreklilik zor, bir yerde illa kırılma anı yaşıyorsun. Bir kere ara verdin mi, tekrar başlamak zorlaşıyor. Bir kere ihmal ettin ya, yenilmiş, bir savaşı kaybetmiş gibi hissediyorsun kendini. Tekrar aynı döngüye kendini sokmak hem zor geliyor hem de tekrar yenilmek istemiyorsun kendine.
Sporun sürekliliği söz konusu olduğunda yine hepimizin klasik “Bana bir şey olmaz” haletiruhiyesi devreye giriyor. Bir anda gaza geliyorsun, büyük mesafeleri koşuyorsun, büyük ağırlıklar kaldırıyorsun; vücudunu adapte etmeden, düzenli spor yapanların alışkanlıklarına öykünüyorsun.
Bunun en sık görülen örneği, spora ilk başladığınız gün kendinize yüklendikten sonra bir hafta ağır bir ameliyat geçirmiş gibi hissetmeniz mesela... Yanlış yaptığınızın en belirgin vesikası.
Halbuki vücut bir makine değil. Onu bir makine gibi kullanabilirsiniz ama vücudunuzu yeni hareketli dünyanıza yavaş yavaş adapte etmeden değil.
Peki bu nasıl olacak? Önce hafif, zorlanmayacağınız egzersizlerle başlayarak ve giderek dozu artırarak... Mutlaka doğru ısınma hareketlerini uygulayarak...
Bir diğer önemli konu, spor yapacağınız araçların seçimi. Yanlış seçilmiş bir ayakkabıyla dahi kendinizi yaralamanız olası.
Çoğu zaman tüm ihmaller güçlerini birleştiriyor, size “sakatlık” olarak geri dönüyor.
Koşmaya mecburi ara...
Üç ay önce koşmaya başladığımda ve kısa bir süre sonra her gün düzenli olarak 5 kilometre koşmayı başardığımda iyi bir iş yaptığımı düşündüm.
Yapıyordum da. Her gün kaslarımı çalıştırıyor, bol kalori harcıyor, bedenime yayılan serotonin ve endorfinin üzerimdeki etkilerini hissediyor, açık havada sporun keyfini çıkarıyordum.
Sonra bir gün dizlerim beni taşımamaya başladı. Her gün artan ve artık neredeyse yürümeme engel olan bir ağrı...
Doktor ve hastane seferlerinden bugün bana geriye kalan şu: Bir buçuk saat sürecek fizik tedavi egzersizleri, ilaçlar, can acısından ötürü dizleri zorlamayacak sporlara mecburi yönelim ve koca bir hayal kırıklığı. Dizlere düzenli olarak yük bindirince karşıma çıkan manzara bu.
“Zıplama” içeren sporlarda, -ki koşmak da zıplamak demek- dizlerinize binen yük, ağırlığınızın 8 katı. Dolayısıyla 5 kilo bile fazlanız olsa, bu 8 ile katlanıyor, dizlerinize 40 kilo olarak dönüyor.
Bunun yanı sıra, yanlış bir ayakkabı, koşarken oluşan baskıyı hafifleteceğine dizlerinize ekstra yük olarak iletebiliyor. Her ayak parmak izi gibi, birbirinden farklı. Bir arkadaşınıza; hatta belirli bir “tip” ayağa iyi geldiği söylenen ayakkabılar size iyi gelmeyebiliyor.
Koştuğunuz zemin, kilonuz, ayakkabınız, bunların hepsi hayati derecede önemli. Sporda amatör olmak demek, öncelikle almamız gereken önlemleri konuşmak demek aslında. Galiba bunu hep atlıyoruz.
Artık mecburen yürüyorum. Dizlerim iyileşirse koşmayı tekrar deneyeceğim; tabii bir uzmanın tavsiyelerini dinlemeden, doğru yöntemleri araştırmadan asla.
Yarın yapılacak olan Nike Run İstanbul’un 7 kilometrelik parkurunu koşanlardan olacaktım fakat dikkatsizliğim ve ihmalkarlığım ancak izleyici olmama izin verecek.
N’apalım... Şu noktada bana amatör koşuculara “Kendinize dikkat edin”, profesyonellere ise “iyi şanslar” demek düşer.
İyi hafta sonları!
Paylaş