Sosyal medya perhizi iyi ama sonra?

Sabah kalkınca ilk işi tek göz Twitter’a bakmak olan biz sosyal medya bağımlılarının arada enerji toplamak, az nefes almak, ne bileyim, çime basıp çiçeğe böceğe bakıp “Ne için birbirimizle boğuşuyoruz be biz?” sorusunu sorarak ufuk çizgisine doğru boş gözlerle dalması lazım biliyorsunuz.

Haberin Devamı

Sosyal medyadan uzak kalınca pamuk şekere dönüyorsun, toplumsal olaylara, yorumlara, olan bitene mesafe koymuş oluyorsun.
Ne troll’ün salladığı küfür yoruyor, ne aldığın saçma sapan bir postaya sinirleniyorsun.
Sakin olmayı, uzaktan bakmayı becerebiliyor, herkese, her şeye kendini eşit mesafede hissediyorsun.
Önceliklerin değişmiş gibi geliyor ve sosyal medyayla iç içe olan hayatının, onsuz geçirdiğin hayattan ne kadar farklı olduğunu görüyorsun.
Geçmişte sosyal medya olsaydı, birçok olay farklı tezahür edebilirdi diyoruz ya, bence bunu hayatını fazlaca sanal dünya içinde geçiren insanlar olarak söylüyoruz.
Hayatını bu dünyaya uzak geçiren insanların toplumsal olaylara yaklaşımı 1990 senesinden farklı değil, inanın.
Sosyal medyayı sıkça kullanan; fakat bu mecrayı dünyayı ve insanları daha iyi anlamak için değil, “ilgi ve övgünüze ihtiyacım var” ekseninde geçirenler için de hayat 1990 senesinden farklı değil.
Onlar için sosyal medya sadece narsistik paylaşım ve iletişime yarıyor, başka da bir işe yaramıyor.
Sosyal medyayı dünyayı, olan biteni, televizyonlarda verilmeyeni, gazetelerde yazılmayanı öğrenmek için kullanan sayıca az olan grup için hayat 10 yıl öncesinden çok farklı şüphesiz.
Fakat tam olarak da bu sebepten ötürü, arada “perhiz” şart görünüyor.
“Fazla karanlık, artık bünyem kaldırmıyor” diye kendimize verdiğimiz birkaç günlük sosyal medya perhizlerinden sonra geri dönüş, hem ağızda acı bir tat, hem de tuhaf bir biçimde “başka dünyadan gelmiş” hissi yaratıyor.
Öncelikle hissizleşiyorsun; yazılanlar, gördüklerin gerçek gibi gelmiyor.
Alışmak için vakit gerekiyor.
Sanki beş gün önce sabah kalkıp tuvalete bile gitmeden harıl harıl Twitter’a bakan, Instagram karıştıran sen değilsin.
Ruhunu karartan gündemin içinde boğulan, troll’ün kahrını çeken sen değilsin. Hayat gerçekten bir başka görünüyor...
Sonra elin yavaş yavaş gidiyor bilgisayara, telefona.
Eski alışkanlıkların geri gelmesin diye türlü yöntemler deniyorsun.
Mesela telefonunu içerideki odada bırakıyorsun ki öncelikli olarak bakacağın önündeki kitap olsun.
Film izle biraz, sokağa çık, kitap oku, ne bileyim arkadaşlarınla sohbet et. Eskiden ne yapıyorsan ve seni ne mutlu ediyorsa onu yap.
Sosyal medyadan uzaklaşınca, bu dünyadan uzak ne kadar çok kişi olduğunu görüyorsun.
Bu uzaklık sayesinde, uydurulmuş ve “gerçek budur” diye dayatılmış konulara inanan, esas olan bitenden haberi bile olmayan ne kadar çok insan olduğunu anlıyorsun. İşte öyle zamanlarda sosyal medya hiç de dünyayı değiştirebilirmiş gibi gelmiyor.
Bir grup, kendi arasında “gerçek budur” diye avaz avaz bağırır, sesini duyurmaya çalışırken sayıca daha büyük olan grup, birileri tarafından manipüle edilmeye müsait ve bundan habersiz bir şekilde hayatını sürdürüyor.
İşte öyle zamanlarda bugünle bundan 20 yıl öncesi, hatta 40 yıl öncesi birbirinden çok farklı gelmiyor.
Toplumsal dinamikler hiç değişmemiş gibi, onca imkana rağmen aynı körlük ve sığlıkla yaşıyoruz, hatta bundan memnun oluyoruz sanki...
“Like” alma arzusu ile yanıp tutuşanlar da bu körlüğe kat çıkıyor.
İşin içindeyken öyle görünmüyor ama. Herkes senin gibi gerçeği görüyor, okuyor, olan biteni biliyor sanıyorsun.
Sonra bakıyorsun bir toplu fotoğrafta “artık bugünden sonra sırtım yere gelmez” ifadesiyle objektife sırıtıyor.
Hatta daha da ileri gidip toplumun faydası için iyi bir şey yaptığını sanıyor.
Hoş biz de niye şaşırıyoruz ki...
“Sevin beni, beğenin beni, ben ben ben, en çok beni sevin”cilerden devrimci çıkacak değildi ya:)

Yazarın Tüm Yazıları