Paylaş
Çok konuşur, görüş bildirir, tartışır, şikayet eder ve birbirimizle uğraşmaktan vazgeçmezdik.
Son bir buçuk ayda bu huyumuzu üzerimizden attık diyordum ama...
Eski alışkanlıkları yenileriyle değiştirmek kolay değil.
Birlik olmayı becerenlerin nasıl hareket ettiklerini izliyoruz.
Nasıl sistemli olarak çalıştıklarını ve başarılı olduklarını...
Hayatımızın üzerine nasıl çöreklendiklerini...
Nasıl etrafımızı görünmez bir kafesle örttüklerini.
Bir de kendimize bakalım: En iyi becerdiğimiz konu birbirimizi eleştirmek. Birilerinin açığını bulup oklarını fırlatmaya harcadığımız enerjiyi başka yerde toplamayı becerseydik dünya yerinden oynardı.
Biliyorsunuz sosyal medya birçok kişi için tepkisini dile getirme alanı.
Öte yandan, Facebook size, kayıt olurken “Burada toplumsal olaylara karşı tepkinizi dile getirmek zorundasınız, ancak kabul ediyorsanız girebilirsiniz” şartı koşmuyor.
Dilediğini yapman için serbest bir dünya veriyor sana.
Kimisi şahsi fotoğraflarını paylaşıyor, kimisi çevresindekilerle bağlantıda kalmak için hesabını kullanıyor, kimisi sadece “izlemek” için orada var...
Twitter için de aynı konu geçerli. “Bu mecraları kullanmanın belirli bir yöntemi vardır ve herkes bunu uygulamalıdır” diye bir kaide yok.
İster şahsi düşüncelerini yazarsın, ister sadece insanları takip edip olanı biteni izlersin, ister tepkini ortaya koyarsın...
Kısacası, özgürsün. Kimseye tabi değilsin.
İşte tam orada başlıyor sorun. Tepkisini dile getirenler, sosyal medyayı bu amaç için kullanmayanları düşmanıymışçasına eleştiriyor.
Herhangi bir toplumsal konuda şahsi fikirlerini dile getirmeyenler, “Bakıyorum Facebook’ta son olaylarla ilgili pek suskunsun, hiçbir şey paylaşmıyorsun” eleştirilerine maruz kalıyor.
Yani bir fikrin varsa ve bunu Facebook veya Twitter’da dile getirmiyorsan fikrin yok sayılıyor. Veya korkak, çekimser olarak değerlendiriliyorsun.
Lafla peynir gemisi yürümediği gibi sosyal medya paylaşımları üzerinden “toplumsal hassasiyet analizi” yapılamıyor.
Birbirimizi eleştireceğimiz zaman bunu düşünmekte fayda var.
Utanın kendinizden!
Hamileliği davul çalarak ilan etmek bizim terbiyemize aykırıdır. “Böyle” karınla sokakta gezilmez. Her şeyden önce estetik değildir. 7 ay, 8 ay, 6 aydan sonra biraz hava almak için filan beyinin otomobiline biner şöyle bir dolanır anne adayı kardeşimiz. Şöyle akşamüstü çıkar filan. Şimdi maşallah kanatlısı kanatsızı televizyonlarda uçuşuyor.
Ayıptır ayıp! Bunun adı realizm değildir. Bunun adı terbiyesizliktir.”
Bu sözcükler TRT’nin iftar programına konuk olan Ömer Tuğrul İnançer’den.
Karnı burnunda hamileler ancak “beylerinin arabasıyla” gözlerden uzak şöyle bir hava alabilirlermiş. Gerisi terbiyesizlikmiş.
Hamile kadınların SOKAKTA YÜRÜMESİ değil, İnançer gibi bir şahsın böyle gerici cümleler kurabilmesi, üstüne sunucunun gek gek gülebilmesi terbiyesizliktir.
Devletin televizyonuna iftar saatinde konuk çıkarıp kadınlara, hamilelere yönelik cahil cahil konuşturanlar utansın.
Paylaş