Sorular

Tamam, kendimiz hapsetmeyelim evlerimize ve ofislerimize.

Haberin Devamı


Tamam hayata katılalım, her an terör riskiyle yaşayalım, terör yokmuş, ensemizde değilmiş gibi sokak kafelerinde oturalım, akşam yemeğe çıkalım.
“Heyt, be! Yenilmeyeceğim sana terör” diye efelenelim terörizm karşısında.
Ruh halimizi yükseklerde tutalım, “Ben dışarı çıkmak istemiyorum” diyen arkadaşımızın kolundan çekerek “Ya, lütfen, eli silahlı teröristten, taramalı tüfekten mi endişeleniyorsun? Lütfeeeen!” diyerek dünyanın herhangi bir medeni ülkesinde söylesek deli muamelesi göreceğimiz cümleler kuralım...
“Mış gibi” davranarak ısrarla patlamalardan, katliamlardan önceki hayatımızı sürdürelim.
Bu “yüksek ruh halini” korumamız gerektiğinin altını çizen dostlarımız, enerjik paylaşımlar nefis. Nefis de...
Tüm bunları yaparken fonda dönen “Tehlikedesin... Tehlikedesin...” iç sesi ne olacak?
Bir yandan bu sonnn derece gerçek sesi susturmaya çalışırken, bir yanda da “normal” hayatımıza devam edeceksek eğer, bu biraz “delilik” tanımı içinde olmuyor mu?
İnsanı hayata bağlayan faktörlerden biri, kendini gerçekleştirebilmek.
“Bir işe yarıyorum, hem kendime, hem de başkalarına faydalı oluyorum” duygusunu yaşayabilmek. İşinde, özel ilişkilerinde, aile hayatında, dostları arasında tatminkar ilişkiler kurabilmek...
Türkiye’de tüm bunlar terör olaylarına bağlı ve her an kesintiye uğrayacak bir konuyken, “Yarın ne olacağını göremiyorum ama yine de her zamanki hayatımı sürdüreyim” diye diye boşluğa düşmek son derece anlaşılabilir.
Aklı günlük yaşamın terör tehdidi altında olması gerçeğinden uzak tutmaya çalışmak da zor.
Toplu halde bu psikolojiyi yaşarken, buna rağmen güçlü durmaya ve günlük hayatımızı ısrarla sürdürmeye çalışırken, “Her an terör saldırısı olabilir ama siz yine de olmayabilirmiş gibi yaşayın” çağrıları vatandaşa haksızlık değil mi?
Evet, sokaklar boşalmasın, alışveriş yapılsın, yatırımlar sürsün, ekonomimizi ayakta tutacak şekilde yaşayalım, herkes evine ekmek götürsün ama bu kadar baskı ve tehlike altındayken “Yarın yokmuşçasına gezin, dolaşın” mesajı vatandaşa biraz adaletsiz bir yaklaşım değil mi?
Güvenimizin sağlandığı koşullar söz konusu değilken, güveni sağlananlardan gelen “Terör saldırısı olmayacakmış gibi yaşayın” önerisi vatandaşın canını yok saymak olmuyor mu biraz?
Bu öneriyi sunmadan önce “biraz” güvenliği sağlamanız gerekmez mi sayın siyasetçilerim? Ha muhterem yöneticilerim?

Haberin Devamı

Güzel bir haber!

Haberin Devamı

Birkaç yıl öncesine geri gidin...
Nasıl yaşıyordunuz, nasıl dertleriniz vardı, hatırlayın... Herkes hayatta kendine biçtiği roller çerçevesinde kibirli yaşam alanları yaratmıştı bu yaşadığımız dönem öncesinde.
Toplumun farklı kesimleri fikren ve ruhen ayrıştırılmadan önce de kendi aramızda çizgiler çekmeye pek meraklıydık esasında.
Aynı mesleği icra edenler birbirlerini kendi temelsiz önyargılarıyla küçümserdi, aynı ortamda bulunan kadınlar ergen liseli kızlar gibi kendi aralarında ayrışırlardı, aynı amaç için mücadele eden insanlar kendi aralarında güç savaşına girerlerdi...
Anneler, anne olmayanları, anne olmayanlar ise anneleri farklı bir gezegenden farklı canlı türleri olarak algılardı, “annelik tercihi” üzerine büyük tartışmalar yaşarlardı...
Müzik insanları aralarında birbirlerini “O şarkıcı, bu çalgıcı, bu müzisyen” diye küçümserdi/ yüceltirdi. Herkes kendi penceresinden bakar, karşılarındaki insanları sınırlı bilgilerine göre değerlendirir, “notunu” verir, etiketini yapıştırırdı.
Şimdi “küçük” dertler ortadan kalktığı için bu tip “kendi arasında ayrışma” görmüyoruz ama belki de “Neden bu haldeyiz?” sorusunu sorduğumuzda, herkesin tek tek kendine dönüp bakması gerekir.
Sosyal ilişkiler etiketleme, ayrışma, burun kıvırma, önyargıyla saldırma üzerine şekillenirken, bugünkü gibi kötü günlerde bu şekillendirici faktörlerin son derece tali, egosal, rol temelli olduğunu gördük.
Dünden daha kötü koşullar söz konusu olunca, “Sen benim kim olduğumu biliyor musun”lar, koca koca egolar, “En iyi ben bilirim”ler hepsi uçup gitti. Gerçi istisnalar kaideyi bozmuyor, her dönemin bir/birkaç ‘en iyi bilen HÂLÂ benim’cileri hep oluyor! Onları bir kenara koyalım, aslında bu “kendi içinde ayrışmaktan vazgeçme”, güzel bir haberdir. Normal koşullarda gerçekleşmesi pek mümkün değildir...
Şu sıralar terörün şekillendirdiği, insanı boşluğa düşüren hayatımıza dair güzel şeyler bulmakta biraz zorlanıyorum ama bu kenetlenme hallerine bakarak, en azından geçmişte ne olduğumuzu/ nasıl davrandığımızı ve aslında ne olabileceğimizi gördük. Bu da bir kazanımdır!
Ne diyelim, daim olmasını dileyelim...

Yazarın Tüm Yazıları