Paylaş
Dünya üzerinde yaşayacağımız zaman dilimi belli, hayatın ilk yarısında insan pek anlamıyor ancak sonrasında daha çok zamansızlıktan şikayet eder hale geliyorsun.
Okuyacak o kadar kitap, izleyecek o kadar film, öğrenilecek bir dünya bilgi... Hangi birini, ne zaman yapacaksın? Kısacık hayatına nasıl sığdıracaksın?
Zaman yönetimini beceremiyorsun, günler, haftalar akıp gidiyor.
“Nasılsa hiçbir şeyi tam yapamayacağım” hissiyle aklına ne gelirse ertelemeye başlıyorsun.
Oysa aklımıza ne geliyorsa ufak ufak gerçekleştirsek, gün olacak hayatımızı değiştirecek...
Tüm bunları düşünürken bir değişmez var: Daha az insanla iletişim.
İnsana en çok “vakit kaybediyorum” duygusu yaşatan anlar, bencil sohbetler esnasında gerçekleşiyor.
En havadan-sudan, en sıradan, en günlük sohbetler, bir noktada illa ayrıcalık yarıştırmaya, tanınmış, önemli kişilerle olan bağlantıya, kişisel deneyimlere, tercih beyanına geliyor. Herkes, bir biçimde toplum, aile, arkadaş çevresi veya iş çevresi içindeki önemini anlatmaya başlıyor, kimi zaman açık açık, kimi zaman “mesaj” olarak: “Ben önemliyim ha, yanlış olmasın...”
Sohbet karşılıklı muhabbetten, zihin açıcı bir eylem olmaktan çıkıyor, karşımızdakinin “Ben çayı şekerli severim”, “Her gün bir Türk kahvesi içmezsem olmaz”, “Ay ben yaz mevsimi severim, soğuk sevmem” gibi kişisel tercih beyanı festivaline veya şöhretli tanıdık anlatma müsabakasına dönüşüyor.
“Falanca benim yakın arkadaşımdır”, “Dayımın oğlu filanca ile ortak iş yapıyor”, “Benim dedem İsmet İnönü’nün en yakın arkadaşıymış” gibi...
“Egolar bir kenara bırakılamıyor” adeta. Önemli insan, ayrıcalıklı şahsiyet olma ve algılanma ihtiyacı, iletişimin önüne geçiyor.
Oysa gerçek sohbet, gerçek iletişim için gerekli olan de en temel ihtiyaç bu.
Söyleyeceği sözün karşısındakine bir faydası yoksa eğer, bazen de susmayı denemeliyiz belki de. Beş kişi bir araya geldiğimizde “kişisel tercih beyanı”na veya şöhret yarıştırmaya “sohbet” dememeliyiz belki de.
Sohbetin illa bir noktasında, hayatta ayrıcalıklı bir noktada olduğunu belirtme ihtiyacı duyanlara gülümseyip geçmeliyiz belki de.
*** *** ***
Çok genç yaşta olmuyor bu ama an geliyor, hiçbir yere götürmeyen sohbetlerin içinde olmaktansa, kendi kendinize bir köşede kitabınızı okumayı tercih etmiyor musunuz?
Bir sahilde, deniz kenarında, bir parkta, koruda, Boğaz kenarında, temiz havayı içinize çekerken, başınızda “Ay ben güneşli hava severim, ay ben çay sevmem kahve severim, ay ben tatlı sevmem, ay ben kırmızı sevmem mavi severim” diye kişisel tercih beyanına “sohbet” diyen birisinin eşliği yerine, yalnızlığı tercih etmiyor musunuz?
Veya yanınızda, birlikte susabildiğiniz, birbirinizi anlayabildiğiniz bir dost, sevgili, eş varsa... O an cenneti yaşıyormuşsunuz gibi gelmiyor mu?
Karşılıklı iletişimde bol fikir alışverişi yapabildiğiniz “egoları bırakmış” dostların arasında, bol kitaplı bir hafta sonu olsun!
Paylaş