Geçen gün “Behzat Ç.”yi izlemek üzere sinemadayız. Malum, bayram vakti, üstüne de konu “Behzat Ç.” olunca sinemalar tıklım tıklım. Alıyoruz biletimizi, oturuyoruz koltuğumuza. Film başlıyor.
Adamın biri, 10 dakika geç giriyor. Karanlıkta aheste aheste yerini aradıktan sonra onun yerine bir başkasının oturduğunu fark ediyor. Kızı kaldırıp yerine oturuyor oturmasına ama beş dakika geçmeden koltuğu beğenmediğine karar veriyor ve yine aheste hareketlerle öndeki boş olan koltuğa yöneliyor. Biz de bu esnada arkada cinnet geçiriyoruz. Beyazperdede adamın karaltısı... Gitti mi filmin 15 dakikası. Neyse, adam yerine oturuyor, bu defa yanımdaki delikanlının telefonu çalıyor. “Alooooov, sinemadayım he” diye başlıyor, konuşmasını pervasızca sürdürüyor. Solumda manzara bu iken, sağım da pek sağlam değil. Oradan da taco kokuları ve ambalaj hışırtıları geliyor. Eminim siz de benzer deneyimler yaşıyorsunuzdur sinemaya gittiğinizde. Hatta her defasında “Kalabalık günde gelmeye paydos” diyor ama bir biçimde tıklım tıklım bir güne rast geliyorsunuzdur. Canınızdan beziyorsunuzdur. Söyler misiniz, sinemayı sinemada izlemenin anlamı nedir? Tüm detayları yakalayacaksın, hikayenin içine gireceksin, iki buçuk saat hayattan kopacaksın... Valla bizim sinemalarda ancak “toplum özeleştirisi” yapabilecek kıvama geliyor insan, bırakın filmin içine girmeyi... O yüzden sinemaya gitmek yerine, biraz bekleyip televizyonda ya da DVD’si çıkınca evde izlemek istiyorum kimi filmleri. Bakın söylüyorum, imkanınız olursa sinemaya hafta içi kimsenin poposunu kaldırıp sokağa çıkamayacağı zamanlarda gidin. Bayram olmadığı bir vakit, pazartesi akşamı mesela. Güzel filmlerin tadını ancak böyle çıkarabilirsiniz... Sahi, birbirimize saygı göstererek, kişisel alanımızı bilerek toplu yaşamayı beceremeyen biz, sinemada mı kurallara uyacaktık? Pardon.
Behzat Ç. tamamdır
İzleyicilerin müsaade ettiği kadar izleyebildim Behzat Ç’yi. “Görebildiğim kadarıyla” uzun bir dizi bölümü gibi hissettirdi. Bunu kötü anlamda söylemiyorum, bilakis, ne zaman bir yapım sinemalaştırılsa “karakteri değişir”, ekran karşısında aldığınız tadı alamazsınız ya hani... Öyle değil, bildiğimiz, pazar geceleri bizi kilitleyen o malum his baki. En aklımda kalan diyaloglardan biri, savcı Esra’nın, Behzat ile “CSI Cansu” arasında geçenleri, henüz aralarında bir şey olmamışken hissettiğini söylemesiydi. Eminim o sırada birçok kadın izleyici, geçmişte “Henüz bir şey olmamışken sevgisiliyle aynı ortamda olan bir kadından kıllanma ve sonrasında haklı çıkma” hatıralarını anımsamıştır. İlhamını, diyaloglarını, karakterlerini hayatın ta kendisinden alan, hem erkeği hem de kadını kendine bu kadar bağlayan bir başka yapım yok bana kalırsa son zamanlarda. Keyfinizin bozulmayacağı bir pazartesi gecesi, boş bir sinema bulun, gidin, izleyin derim. Filmde emeği geçen herkesi de ayrı ayrı tebrik ederim.