Paylaş
Herkes yorgun, herkes tükenmiş, herkes bir an önce gideceği yere varmak istiyor.
Yüzler asık haliyle, kimsede yanındakine gülümseyecek mecal yok.
Gazete okumaya hatta telefon karıştırmaya bile eli gitmiyor insanların.
Ahali, camdan dışarı ufuk çizgisinde, veya pis camın üstünde bilinmeyen bir noktaya gözlerini kilitliyor. Öyle, sabit duruyor...
Vakit geliyor, deniz otobüsü hareket ediyor.
Bu esnada taşıtın araç içi yayın yapan kendi kanalında magazin haberleri, günlük burçlar gibi göz oyalayan birtakım görüntüler dönmekte.
Ardından sevimli hayvanların yer aldığı bir yayın başlıyor.
Bir anda dünya değişiyor. Herkes sırıtıyor. Ben de, yavru hayvanların o mıncıklanası hallerine, komikliklerine gülerken buluyorum kendimi.
Sonra neden bilmiyorum, insanlara bakma ihtiyacı hissediyorum.
Biraz evvel yüzlerinden düşen bin parça olan deniz otobüsü sakinlerinin gözleri parlıyor.
Herkesin yüzü aydınlanmış, kimisi kahkaha atıyor, kimisi yorgun ama mutlu bir yüz ifadesiyle hayvanları izliyor...
Bir kişi bile bu görüntülere kayıtsız değil.
Bir anda kalabalık bir deniz otobüsünün o bezgin, mutsuz ruh hali sanki sihirli bir değnekle dokunmuşsunuz gibi yok oluyor.
Evet, bu hikayemizden ne öğrendik sevgili şehir canlısı Habitus okuru?
Sakinleşmeye, huzura, şehrin ağırlığından kurtulmaya ne kadar ihtiyacımız olduğu böyle zamanlarda net bir biçimde ortaya çıkıyor.
Müsekkin gibi, bakın açık konuşuyorum. En yorgun, en bezgin, en sinirli adamı bile sevgi kelebeğine çeviren bu videoları ilaç niyetine izleyin, izletin.
Meclis’te, grup toplantılarında, bakanlıklarda bina içi Animal Planet yayını öneriyorum.
Şeker gibi, pamuk gibi olacaksınız sayın devlet büyüklerim. Pamuk gibi bir adama dönünce bakarsınız şu ağaç kesme işlerini bir daha düşünürsünüz “Yav ben n’apıyorum” dersiniz, kim bilir?
Neden çözülmüyor?
Trafik Radyo’da Volkan Demirkuşak’la konuşurken bir anda kendimi “sürekli trafikten bahsediyoruz, sürekli yazıyoruz, çiziyoruz ve bu bir süre sonra bizim için bile sıkıcı hale geliyor ve sıradanlaşıyor” derken buldum.
Bugüne kadar benim gibi trafikle aklını bozmuş her gazeteci aynı süreci yaşamıştır, eminim.
Bizde bir değişim olmadıkça yazmanın, şikayet etmenin faydası ne?
Herkes kabahatini bilir, herkes direksiyon başına oturduğu anda karakterinin değiştiğini fark eder ve bu konuda hiçbir şey yapmazken, evet, trafikten bahsetmek sıradanlaşıyor ve sıkıcılaşıyor.
Ama ben bahsetmeyi bırakacak mıyım? Elbette hayır. Gözleriniz yaşarana kadar, içiniz fenalaşana kadar okuyacaksınız efendim.
O direksiyon başına oturduğunda canavara dönüşüyorsan okuyacaksın arkadaşım.
Evet, ne diyorduk, neden çözülmüyor. İşin mühendislik ve şehir planlaması kısımlarına girmeyeceğim, zira oraya girersem çıkamam. Eminim 2 şeritten 5 şeride çıkan, sonra 3 şeride inen, üç gram yağmurda Hazar gölüne dönen yolları yapanlar bu işleri 4013 yılında çözecektir. Biz, vatandaş olarak ne yapabiliriz, onu konuşmamız lazım esas.
Şu konuda herkes hemfikir olacaktır: Trafiğe çıktığımızda bir “hayatta kalma” haletiruhiyesi içine giriyoruz.
Yani, “Bir an önce gideyim, hemen gideyim, nasılsa hakkımı yerler, onlar yemeden ben onlarınkini yiyeyim” halleri.
Sarı ışıkta son geçen insan olup kavşağı tıkayan adama sakin bir anda, mesela evinde yaymışken “Yav kardeş, sen geçmesen trafik tıkanmayacaktı ama senin yüzünden trafik DURDU” deseniz “Hakikaten, acaba ne düşünüyordum, saçmalamışım” diye cevap verir size. Emniyet şeridi ihlalini gösterseniz, azıcık vicdanı varsa utanır.
Trafik kuralları bir yana, trafikte davranış, yani bildiğiniz “trafik psikolojisi” eğitimi lazım.
Birileri bu eğitimi vermiyorsa, siz kendinize verin bu eğitimi. Zira kontrolsüz büyüyen bir şehirde, ancak bu şekilde hayatta kalabileceğiz. Sarıda son geçen, yaya geçidinde yayanın üstüne süren adam olunca değil.
Paylaş