Paylaş
O yüzden ne ilin adını, ne olayı, ne de ne olduğunu yazabiliyorum. Yalnız, hepimizi ilgilendiren olaylara yönelik tüm bu sansürlerle, yasaklamalarla, uygulamalarla ilgili söylemek istediğim bir iki söz var.
Cumartesi gününden beri “hayat dursun” diyoruz.
Bilmiyorum bunu kaç insan söyleyebiliyor ancak çoğunlukta olmadıkları kesin.
Neden çoğunluk olamıyorlar? Çünkü kısıtlanan ve manipüle edilen haber kaynaklarını okuyan/izleyen milyonlarca insan var. Kısıtlanmayan ve manipüle edil(e)meyen bağımsız medya ise olayın gerçek boyutlarını aktarmaktan, konuşmaktan, eleştirmekten men ediliyor.
Hakim gücün borazanlığını yapan tarafta bulunmayan medya organları, olayları olduğu gibi aktaramaz hale getiriliyor.
Bunun siyasiler açısından ne anlama geldiğini konuşmayacağım burada. Vatandaş için ne anlama geldiğini dile getirmek istiyorum.
Gerçekte ne olduğunu anlayamayan vatandaş, olayın vahametinin, içinde bulunduğumuz durumun, acının büyüklüğünü kavrayamıyor.
Pek çok insanın hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam etmesi, insanlıklarının, vicdanlarının kurumasından değil. İnsanlar haber alamıyor, haber.
Ve şimdi, bırakın olaydan bahsetmeyi, şehir adı söylemek bile yasak.
Herhalde alınan sansür kararını eleştirmek henüz yasaklanmamıştır, o yüzden ancak bu yazıyı yazabiliyorum.
Eğer insanlara gerçek haberi vermezseniz, başkalarının verme imkanlarını kısıtlarsanız, acının büyüklüğünü ifade etme imkanı sunmazsanız gerçeklerden uzaklaşan halk tepki vermemeye başlar elbet.
Normal yaşantısına da hızla geri döner.
Normal yaşantısına döner ama en kötüsü “hissiyat” açısından normal yaşantısına hızla dönmesi. Bu da, olayların büyüklüğünün gizlenmesi sonucu meydana geliyor.
Haberlere sansür getirerek, “Her olayda da istifa olmaz” diyerek, empati kurabilme yeteneğini vatandaşın elinden alıyorsunuz. Büyük yanlışları, büyük acıları, büyük sorunları normalleştiriyorsunuz.
Bari yaşlı ve çocukları düşünün!
Dahası da var. Toplu yaşam zaten her an tehdit altında, bir de bunun üzerine haber kaynaklarını kısıtlayarak, olanı başka biçimde vererek gerçek habere ulaşma imkanı olmayan insanların canıyla oynuyorsunuz.
Türkiye’nin nüfusunun yüzde 8’i 65 yaş üstü, yüzde 30’u ise çocuklardan oluşuyor. Bunun üzerine bir de haberi kısıtlı kaynaklardan edinen insanları düşünün...
Yani toplam yüzde, “Türkiye nüfusunun çoğunluğu” manasına geliyor. Ve çoğunluğun canı, her an tehlikede. Bir örnek vereyim size:
Polis sabahın 10 buçuğunda “Sen göstericiye benziyorsun” diye Kadıköy iskelesinde insanları gözaltına alır, arbede çıkarırken, herkesin canını tehlikeye atıyor. Her an gaz altında kalma ihtimali olan ve bundan haberdar olması artık imkansız bulunan yaşlıların ve çocukların canını yok sayıyor.
Sadece yaşlı ve çocuklar değil, herkesin canı rastlantısal olarak tehlikede kalıyor Türkiye’de.
Keyfi olarak her an atılma ihtimali olan gaz, polisin 20 kişi bir araya geldi mi onları orantısız güç kullanarak dağıtmaya çalışması, ortada kimse için bir can tehlikesi yokken ölümcül koşullar yaratması...
Canlı bombaların patladığı yerde yeller esiyor ama can tehlikesi bulunmayan yerlerde silahları, gazları ve kalkanlarıyla sanki savaş çıkacak gibi öbek öbek bekleşiyorlar.
Anayasanın 34. maddesinde “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir” cümlesiyle korunan haklarını kullananların olduğu HER YERDE bizzat polis vatandaşa tehlike yaratıyor.
Bu nasıl bir adaletsizliktir? Nasıl bir öncelik karmaşasıdır? Nasıl bir idrak yolu tıkanmasıdır? Nasıl bir hukuksuzluktur?
Hadi bizi düşünmüyorsunuz, bari Türkiye’nin neredeyse yüzde 40’ını oluşturan yaşlı ve çocuk nüfusunu düşünün.
Paylaş