Paylaş
Gülmek istiyorum.
Gülmek istiyorum.
İyi hissetmek istiyorum. Olan bitenden bunaldım, her gün aynı haberleri okumaktan, bir yere varmayan tekrarlardan usandım.
Biraz gülmek istiyorum.
Çok insancıl bir ihtiyaç, değil mi?
Yemek gibi, su gibi. Bir günü baştan sona omuzların çökmeden sürdürebilecek kadar iyi hissetmek...
Gülümsemek, gülmek, güzel bir şeylerin olabileceğine dair içinde heyecan hissetmek...
Kabul ediyorum, biraz zor. Ya birisi sizi o karanlık ruh hali içinden zorla çekip çıkaracak, ya da karamsarlığın dibine ayak vurup kendi kendinizi yüzeye doğru iteceksiniz.
Son bir senedir peyda olan o derin keder duygusundan kurtulmanın iki yolu bu, başka da çıkış yok.
Valla ben o iki çıkışı da kullandım.
“Bir kere daha bir şeylerden şikayet edersen seni okumayacağım” diyen de oldu, (N’aber baba?)
Kendi yazdığımı “EEEEAAAH BU NE BE!!?” deyip “tümünü seç-sil” yöntemiyle yok ettiğim günler de. Karamsarlıktan öleceğim, o derece.
Öte yandan böyle bir iklimde “hislerimize tercüman oluyorsun” diyen de var.
Tabii benzer duyguları paylaşıyor olmamız karanlık bir duyguya çakılı kalmamızı gerektirmiyor.
Hoş, “Karamsarlık örtüsü” bilhassa şu son bir seneyi düşündüğümüzde gayet anlaşılabilir bir his.
Kendi hayatınızda bir sene geriye gidin ve düşünün.
Arkadaşlarınızla bir araya geldiğinizde ne konuşuyorsunuz?
Sadece gazeteyi-internet haber kaynaklarımızı açtığımızda değil, kendi aramızda eş dostla bir araya geldiğimizde bile siyaset konuşur olduk.
Hoş, başka ne yapacaktık ki?
Şehrin sorunları, ülkenin sorunları, zamanın ruhuna dair bir takım sorunlar, yozlaşmanın dibine vurmamız ve buna şahit olmanın getirdiği acı derken gözümüzün gördüğü mesafeden ötesini konuşmayı unuttuk.
Gülmeyi unuttuk be, gülmeyi.
Dünyanın döndüğünü, başka yerlerde başka gündemler olduğunu unuttuk.
Kendi küçük dünyamıza hapsolduk ve artık o küçük dünya bizim kainatımıza dönüştü.
Sanki başka hayatlar, başka ülkeler, başka konular yok.
Twitter’a bir bakın. Sizin de timeline’ınız siyasetten başka bir şey konuşulmayan ve gündem dışında bir herhangi bir laf ettiğinizde dünyanın en duyarsız insanı ilan edildiğiniz, “Bu kadar olay varken derdine bak” diye çemkiren duyarcıbaşıların alanı artık.
“Hissiyat paylaşımı” yapacaksanız bunu nispeten daha temkinli sular olan Facebook’ta, arkadaşlarınıza yapacaksınız...
“Aşırı duyar”dan kaçınmanın tek yolu bu.
Tabii “Gülmek istiyorum azıcık uleyn”e, “Önünde olan en büyük sorunu konuşmadıktan sonra ne anlamı kalır yaşamanın, senin önceliğin başka konular ise, kusura bakma, nerede yaşadığının farkında değilsin arkadaş” diyen de mutlaka olacaktır.
Fakat ben ara sıra ne bileyim, çimen kokusuna filan da sevinebilmek istiyorum.
Gözlerimden yaşlar gelerek gülmeyi özledim.
Gündemde boğulmak artık hayata dair küçücük ama güzel anlara bile gülümseyebilmeyi unutturuyor, bırakın kahkaha atmayı...
Tabii hayat belirli bir eksen etrafında dönmeye başlamışken, o ekseni alıp beş derece eğmek, kendi iklimini değiştirmek de zor açıkçası.
Daha çok insan görmek, daha çok kitap, daha çok film, daha çok müzik...
Çözüm biraz da dikkati başka yerlere de odaklayabilmekte...
Hepsini hayatımızdan teker teker çıkarmışız, fark etmeden üstelik.
Onlara lazım olan enerji “gündem kuyusu” denen o karanlık yerde erimiş gitmiş... Geri getirmek lazım.
İstemiyorum artık, kötü bir hissi paylaşmak, şehrin arızalarından, siyasetin hayatımıza doğrudan etkilerinden, gittiğimiz yerden filan bahsetmek istemiyorum. Kusacağım.
Bu köşeyi hayatın bir aynası olarak görürüm, hayatta ne oluyorsa buraya da o sirayet ediyor.
Bu aralar da böyle işte...
Şimdi hepimiz biraz gülmek istiyoruz, biraz güzel bir şeyler görmek istiyoruz, karanlık bir duygusal çöküntü halinden çekip çıkmak istiyoruz.
Gülmek istiyorum biraz ayol. Gülmek.
Hem de çok, çok istiyorum.
Paylaş