Paylaş
Bir gurup çürümüş, hayatını kaybeden insanlar eğer kendi görüşlerini yansıtmıyor, kendisine benzemiyor, kendi inançlarını paylaşmıyorsa “Rahmet okuyacak bir sebep bulamadım” diyor.
Soru çok: Bu adamlar/kadınlar nereden çıktılar?
Nerede büyüdü ve nasıl böyle sözler edecek zihin yapısına sahip oldular?
Azıcık vicdan sahibi herhangi bir insanın bunu algılayabilmesine olanak yok.
Belki eskiden de varlardı.
Fakat karanlıklarını akıtacak sosyal medya gibi bir mecraları ve kendilerini güçlü hissedecek durumları yoktu.
Geçen haftalarda konuştuğumuz, bugün hızla “eski gündem” olmuş taciz, tecavüz ve ölüm konusunu tartışırken de yine benzer yorumlar, benzer zihinlerden çıktı.
“Hak etmiştir”, “Kim bilir ne yapmıştır da taciz edilmiştir”, “Tacizden hoşlanmıştır” diyenlerin söyledikleri ve yazdıklarına hayret ettik.
“Nasıl?” dedik. “Bir insan, sırf kendine benzemediği, kendi ahlak görüşüne ve inancına aykırı bulduğu kadınları nasıl tacizi hak etmişlik ile suçlar?” dedik.
Biz tam buna şaşırır ve siyasi amaçlarla kendi gibi olmayanlara düşman edilmişlerin halini omuzlarımız düşerek izlerken, ardından bir vefat haberi aldık.
Ölüm karşısında susulur, acısı olanlara hürmet gösterilir, acıya ortak olunur...
Öyle değil mi? Bu evrensel bir kural değil midir? Dil, din, ırk, ülke, inanç fark etmez. Ölüm karşısında susarsın.
Bu, tanımadığımız insanların acıları için de geçerlidir.
Artık acı karşısında nefret kusmak, “bizden değildir” denilen insanların ölüm vaktinde bile arkasından konuşmak makbul ya...
Yaşar Kemal’in vefatı karşısında bile “Rahmet okuyacak bir sebep bulamadım”cılar iş başındaydı...
Çok değil, ertesi gün kalp krizi geçiren gencecik bir kadının haberini aldık.
Sırf kendine benzemiyor diye ölümünün ardında sebep arayanlar, “Rahmet okuyacak bir sebep bulamadım”cılar yine klavyelerinin başına geçtiler.
Görmezlikten gelemiyorsun bu ağzından lağım akanları.
Önüne düşüyor sözleri.
Bir gün ilgili haberin altındaki yorumlarda kafalarını uzatıyorlar, öbür gün Twitter’da ahkam kesiyorlar.
Sonra ne oluyor biliyor musunuz?
Kanun tanımaz, sadece kendi refahını düşünen siyasetçilerden ve ağzından lağım akan bu garip insan türünden illallah diyen vicdan sahibi insanlar, medyadan uzaklaşıyor.
Delirmemek için gazete okumuyor, haber izlemiyor, tartışma programlarından uzak duruyor, kendi hayatlarına ve kabuklarına çekiliyorlar.
İşlerine gidiyor, çocuklarına bakıyor, arkadaşlarıyla görüşüyor, dizisini-filmini izleyip, kitabını okuyup “besleniyor”, hayatlarını Türkiye’nin gerçekleriyle yaşamıyormuş gibi sürdürmeye çalışıyorlar.
Akıl sağlıklarını korumalarının tek yönteminin bu olduğunu düşünüyorlar.
İşinden ötürü her gün gündemi bilmek zorunda olan medya mensupları, az sayıda samimi siyasetçi ve gündem takipçisi vatandaş dışında halimizin vahametini göremiyor artık çoğu kişi.
Delirmemek için gündemden uzaklaşıyorlar, uzaklaştıkça ülke yönetiminde söz sahibi kişilerin kanun tanımaz icraatlarından, toplumun çürümüşlük seviyesinden bihaber kalıyorlar.
Bir süre sonra bilmediği gerçekler onu rahatsız etmemeye başlıyor- ki bu vahim bir nokta.
Komple çürümüşlük içinde kişisel refah için çalışmak ve yaşamak, ülke koşullarında uygulanabilir tek şey gibi görünmeye başlamış olabilir.
Kabul ediyorum.
Fakat, “Türkiye’nin hali belli, bari kendi hayatımız düzgün olsun” motivasyonu iyi bir motivasyon değil.
Bir şeyleri değiştirebilecek olanların hepsi “Ülkeden ümidi kestik, ben kendime bakayım” derse...
Akıllı, vicdanlı, dürüst, iyi kalpli, bilim ışığında yürüyen güzel insanlar kişisel akıl sağlıklarını korumak adına, “Artık gündemden haberdar olmak istemiyorum, yoksa delireceğim” der, kendi çevresinin/evinin/işinin ütopik aydınlık Türkiye’sinde, gerçek Türkiye’ye kapılarını kapatarak yaşamaya...
Ve bir süre sonra vaziyetin vahametini görememeye başlarsa...
İşte o zaman ancak “Ülkenin hali belli” diyecek hale geliriz.
Yanılıyor muyum?
Paylaş