Paylaş
Herkes birbirine zarar vermeden, düşündüğü gibi yaşasın, yaşadığı gibi düşünebilsin isterdim.
Bir olayı yaşarken, biriyle tartışırken, konuşurken onun gözünden hayatı görebilme yeteneğimizin olmasını arzu ederdim.
Benim kabus gibi hatırladığım bir olay, acaba karşımda duran insanın gözünden bakıldığında nasıl görünüyordu...
Ben mavi görüyordum belki, o belki mor...
Ben acı hissediyordum, o ekşi...
Benim için kabustu olanlar ama onun için belki “biraz zorlayan” bir deneyim...
Belki de hatırlanmayacak kadar önemsiz bir durumdu...
Veya tam tersi...
Üstüme alındığım ve üzüldüğüm bir konunun belki benimle ilgisi bile yoktu...
Kurduğumuz ilişkilerde de ortaya çıkıyor bu perspektif meselesi...
Karşımızdaki insanı gerçekten tanıyor muyuz yoksa kafamızda yarattığımız bir hayali karakteri onun üzerine mi yapıştırıyoruz?
Karşımızda duran gerçek insanın bizim filtremizden geçmiş hayali bir versiyonuna karşı mı his besliyor, iletişim kuruyoruz acaba?
Birbirinin perspektifinden bakabilme becerimiz olsa, belki o zaman farklı düşünen, hisseden insanlar bağdaşmayan, ayrı yönlerini ve bu ayrılığın hayatın en çıplak gerçeği olduğunu kabul eder ve nefes almadan kendi gibi düşünmeyeni linç etmeyi bırakırdık...
Sıla’nın başına gelenlere bakalım.
Katılırsınız, katılmazsınız, sinirlenirsiniz, sinirlenmezsiniz, bunun bir önemi yok.
Ne yaptı? Düşüncesini söyledi.
Kimseyi suçlamadı, hedef göstermedi veya “Darbe harika bir şeydir açıkçası” gibi bir söylemde bulunmadı.
Ama ne oldu?
Konser iptallerinden sosyal medya lincine, terörist yanlısı” şeklinde suçlamasından ağza alınmayacak küfürlerin hedefi olmasına kadar, başına gelmedik kalmadı.
Gelin şu açıdan bakmayı deneyelim: Mitinge gidememiş veya gitmemiş milyonlarca insan var Türkiye’de.
Eminim hepsine sorsak, illa söyleyecek bir sözleri bulunur.
Hepsini dinlesek, ortaya nasıl bir manzara çıkardı dersiniz?
Şimdi hepsinin işlerini ellerinden mi alalım, onlara hayatı dar mı edelim?
Hiç olmadığı halde milyonlarca insanı “terörist yanlısı” mı ilan edelim?
Bu mu ağzımızdan düşürmediğimiz demokrasi?
Bunun sonu nereye varacak merak ediyor insan.
Ne istiyoruz “çoğunluk gibi” düşünmeyenden?
Dahası, “çoğunluk gibi düşünen”lerin, çoğunluk gibi düşündüklerini nereden biliyoruz?
Sosyal medya paylaşımlarından ve basına verdikleri demeçlerden mi?
Peki “çoğunluk gibi düşünen”lerin kimilerinin, nabza göre şerbet vermediğini nereden biliyoruz?
Kelimeleri eğip bükmek
Herhalde son bir aydır Türkiye’de en sık kullanılan kelime “aynen”den sonra “demokrasi” oldu.
Çok söylenmesi güzel, hep söylensin, ağzımızdan hiç düşmesin ama Türkçe konuşurken kelimelerin anlamlarını arzu ettiğimiz gibi eğip bükemeyiz.
Demokrasi, “Belirli şekilde, herkes gibi düşünen insan ve onun yaşama hakkı” değil.
Eğer demokrasi kelimesini bu anlamda kullanıyorsak, ona başka bir kelime bulmak gerekir.
Fakat olanlara bakınca görülüyor ki, kullandığımız kelime demokrasi, fakat kelimenin anlamı çoktan değişmiş. “Birlik ve beraberlik” konusu da “Bizim gibi düşünmeyeni ortadan kaldıralım”a dönüşmüş.
Linç kültürü etrafımızı sarmış...
Herkes ağzından çıkacak kelimenin nereye çekileceğini düşünür ve endişelenir hale gelmiş.
Gerçek demokrasi ve gerçek “birlik ve beraberlik”, anlamlarının değiştirilmesine, eğilip bükülmesine ihtiyaç duyulmayacak kadar güzel kavramlar oysa.
Paylaş