Paylaş
Ne biber gazı atan vardı, ne bir TOMA.
Ne kalabalığı sahiplenen bir grup, ne bir kavga, ne sivrilik. Ne provokasyon vardı, ne provokasyona gelen...
Ne yalan vardı, ne dolan.
Sessiz eyleme katılanlara, yürüyen Fransız vatandaşına “terörist, vatan haini” filan diyen de yoktu.
Şark kurnazlığının adı bile geçmiyordu.
Birlik vardı sadece.
Milyonlarca insan terörü lanetledi hep bir ağızdan.
İfade özgürlüğünü sahiplendiler, inançlarını sahiplendiler.
“Birbirimizden farklı olabiliriz ama birlikte barış içinde yaşayabiliriz” dediler.
Başbakan da oradaydı. Bu hisse o da ortak oldu.
Terörü lanetledi, ifade hürriyetini sahiplendi, bu saldırıların herhangi bir dinle bağdaştırılamayacağının altını çizdi.
İnsan ister istemez 2013 yazına dönüyor.
Artık sabrı taşmış, “Parkımı ranta kurban edemezsin”, “Benim nasıl yaşayacağıma karar veremezsin” demek için meydanlara dökülmüş, devletine sesini duyurmak istemiş insanları düşünüyor.
Yok yere başından gaz kapsülüyle vurulmuş, ölmüş, sakat kalmış, hayatı kendisinden çalınmışları düşünüyor.
Yok yere çapulcu, terörist, vatan haini diye karalanmış insanları düşünüyor.
“Kabataş’ta bacıma saldırdılar”ı, “camide bira içtiler”i birden hatırlıyor.
O tarihten sonra 30 kişi bir araya gelse tarihin en azılı düşmanıyla savaşıyormuşçasına gönderilen yüzlerce polisi, “tehlikeli kalabalığı” dağıtmak için atılan biber gazlarını, plastik mermileri düşünüyor.
Bunları düşünmekle iş bitmiyor.
“İfade özgürlüğünü” sahiplendik ya pazar günü.
İnsan, fikirlerini yazıya döktüğü için, mesleğini yaptığı için işinden edilen, ettirilen gazetecileri düşünüyor.
Yazdıklarından ötürü “Bak, düşünceni söylersen bu olur” gözdağı için ifadeye çağrılan gazetecileri düşünüyor.
Twitter’da Penguen’e, Uykusuz’a, Leman’a yapılan “Bak sizin de sonunuz Charlie Hebdo gibi olur, ayağınızı denk alın!” tehditlerini düşünüyor.
Paris’teki yürüyüşte olmamız pek güzel.
Teröre karşı tek vücut olmak, ifade özgürlüğüne sahip çıkmak pek güzel.
Fakat o sahip çıktığımızı gösterdiğimiz meselelere kendi ülkemizde tahammül edemiyorsak...
30 kişi bir meydanda toplanınca, yaşlı-çocuk-sokakta yaşayan hayvan demeden pervasızca biber gazı sıkıyorsak...
Düşüncelerinden ötürü gazetecileri hapsediyorsak...
En ufak muhalif sese bile gözdağı veriyorsak...
Sosyal medya üzerinde beğenmediğimiz düşünceleri yayan kişileri tespit edip, hakaret ve tehdit yoluyla yıldırmaya çalışıyorsak...
“Bizden değildir” dediğimiz vatandaşlara, gazetecilere, gençlere, yaşlılara, kadınlara, erkeklere, ömrünü eğitime, bilime, çocuklara, iyi bir geleceğe adamış insanlara olmadık sıfatlar takıyor, işlerini elinden alıyorsak...
Zaten bir avuç kalmış aydın insanları sırf işimize öyle geliyor diye suçla ilişkilendiriyorsak...
Paris’teki yürüyüşe katılmış olmamızın hiçbir geçerliliği kalmıyor.
Paylaş