Paylaş
Saffet Emre Tonguç rehberliğinde daha önce “önünden geçtiğiniz” İstanbul’u görmeye hazırlanın: Bu defa içine gireceksiniz...
Balat-Fener turu, bu sene düzenlenen turların Karaköy ve Cihangir’den sonra, üçüncüsü.
Yüzyıl başından kalma cumbalı Osmanlı evlerinin arasında, her sokakta, her adımda yeni bir ayrıntı çıkıyor önünüze; girdiğiniz her kapıda ayrı bir öykü dinliyor ve daha önce “önünden geçmekle yetindiğiniz” için suçlu hissediyorsunuz kendinizi...
Tarih koklamayı sevenlerin en büyük merakı, orijinalliğini yitirmemiş mekanlar içinde gezmek, oranın ruhunu hissetmek, duvarlara dokunmak, yaşadığı zamanı unutmaktır ya hani...
Kariye Müzesi’yle başlıyorsunuz ama bunu anlatmayacağım. Esas büyü “kırmızı okul”da...
Ancak özel izinle girilebilen Özel Fener Rum Lisesi’nin içinde gezerken uzaktan izlediği bir tarihin içinde buluyor insan kendini.
Dışarıdan kale gibi görünen bu dev kırmızı bina 1881 yılında Mimar Pericles Demades tarafından yapılmış.
Dışı gibi içi de ihtişamlı, sadece çok ama çok yorgun.
Bir zamanların tüm renklerini içinde barındıran bir şehrin hayaleti geziyor gibi hissediyorsunuz içinde dolaşırken...
Yüksek tavanlı sınıfları, güzelim koridorları ve odaları okul saatlerinde, sadece 57 öğrenci dolduruyor.
Rum nüfus az ve genç bir nüfus değil, haliyle öğrenci bulunamadığı için öğrencilerin çoğu Antakya’dan gelen Ortodoks ailelerin çocukları.
Okul onlarla varlığını, fonksiyonunu sürdürüyor. Okulun tüm camları tel mazgallarla kaplı. Camı açtığınızda güzelim Haliç manzarasından önce tel mazgalla burun buruna geliyorsunuz. Sebebi hayli acı bir tarihin devamı gibi: Dışarıdan okula atılan taşlar...
Bu okulu gezmek başlı başına bir deneyim. Hâlâ etkisinden kurtulmuş değilim...
Balat’taki Özel Fener Rum Lisesi’nin, “Moğolların Meryem’i” kilisesinin, şimdi sanat atölyesi olarak kullanılan Agora Meyhanesi’nin ve rengarenk sokakların içinde dolaşırken insan, bu şehrin ruhunu öldürmeye kimsenin gücünün yetmeyeceğini düşünüyor...
Başka neler var?
* “İstanbul’un yok olan renkleri” demişken... Fatih Sultan Mehmet’in talimatıyla İstanbul’da camiye çevrilmeden olduğu haliyle bırakılmış ve bugüne kadar gelmiş Moğolların Meryem’i Kilisesi’nde ayine denk geliyoruz...
Ayin sırasında onu “kültürel bir deneyim” olarak dinleyen biz turistlerden başka, bugünden yüz yıl önce kiliseyi kapısına kadar dolup taşıran bir cemaat yok, “İstanbul’un renkleri kaybolunca ne oldu?” sorusunun cevabını yerinde yaşayarak vaziyeti hücrelerimize kadar hissediyoruz.
* Balat’taki Leblebiciler Caddesi’ndeki çarşının içinde “Hepsi Hikaye” isimli bir dükkan var.
Camaltı sanatçısı Ayşegül Kaya’nın (nam-ı diğer Balatlı A./magazin dünyasında nam-ı diğer Hazal Kaya’nın annesi) işlerini sergilediği ve sattığı bir galeri-mağaza.
Kaya, sanatı aşkına ilk mesleği olan avukatlığı bırakmış.
Bir kitap yazmış, adı İstanbul Bitmeden.
Tarihi yarımadayı gezmeden, şehri onun gibi bir İstanbul aşığından okumak farz...
Paylaş