Paylaş
Rüzgar hızıyla değişen gündemimizden birkaç gün önce 5 dakika 30 saniyelik bir sevişme sahnesi geçti hatırlarsanız. Danıştay, Aşk-ı Memnu’daki sevişme sahnesini uzun ve ahlaka aykırı bulan RTÜK’ün yanında durdu ve cezayı haklı buldu.
İsterseniz bu konuyu “eski gündem mezarlığı”na gömmeden bir kere daha üzerinden geçelim.
Danıştay’ın, RTÜK’ün bir dizide yer alan 5 dakika 30 saniyelik sevişme sahnesini “uzun ve ahlaka aykırı” bulmasını onaylaması ve RTÜK’ün dolaylı olarak “sevişme sahnelerinin uzunluğu konusundaki karar mercii” haline gelmesi, yetişkin insanlara şu iki mesajı veriyor:
1- Benim ahlaksız bulduğumu sen de ahlaksız bulacaksın
2- Sen bir yetişkin değilsin ve ne izleyeceğine ben karar veririm
Gece 21.00’den sonra verilen ve yetişkin bireylere hitap eden bir dizide, çıplaklık içermeyen ve insan doğasının bir parçası olan bir eylemin söz konusu olduğu bir durum çarpıklık olarak görülüyorsa...
İnfazların, cinayetlerin, silahlı-silahsız şiddetin her türünün ekranda yer bulduğu bir dünyada tüm bunları bir kenara bırakıp cinsellik üzerinden ahlaksızlık tayini yapılıyorsa...
İşte orada durmak lazım.
Bu anlayışı hayata geçirmek konusunda çok kararlı bir yapı, bize maksadını net biçimde anlatır, “toplum algısını şekillendirme” ödevini yerine getirirken, öte yandan kanallar da çuvalla para cezası ödüyor.
Yani bu uygulama, hem “tek model toplum” yaratmaya son derece yardımcı oluyor hem de devlete para kazandırıyor, ne âlâ memleket...
Ne deniyordu buna İngilizce’de ve “kurumsal Türkçe” dediğimiz yeni dilde?
“Vin-vin siçueyşın”,
değil mi?
“Sevmek bir ömür sürer, sevişmek bir dakika” diyordu Semiha Yankı...
Bizim için bu şarkı artık bu haliyle geçerli değil.
Gelin, akıl ve mantık kaidelerinin memleketi terk edişini “Tektipleştirme bir ömür sürer, sevişmek RTÜK’ün belirlediği zaman kadar” şarkısıyla uğurlayalım...
“Annneee, ssuuuusss!”
Yer: Kadıköy-Kartal metrosu. Günlerden pazar. Akşam kalabalığı, Kartal yönüne doğru gidecek metroyu bekliyor.
Sadece ama sadece 4 dakikada bir metro seferi olmasına rağmen kalabalık, vagon kapılarının açıldığı noktalara öbeklenmiş, metronun gelmesini ve kapılar açılır açılmaz içeriye akın etmeyi bekliyor...
Metro duruyor ve dışarıda bekleyen insanlar, içeridekilerin inmesine müsaade etmeden, omuz atarak, itişerek vagona doluşuyorlar.
Vagonun içindekiler inemiyor, tam manasıyla bir arbede yaşanıyor...
Bu arbede, bu “ilk insan” anları, her gün yaşanıyor.
“İlk insan”lar itişirken, bir anne iki çocuğuyla birlikte kapıya doğru ilerlemeye çalışıyor. Kapıların açıldığı noktada, zeminde “inenlere öncelik tanıyınız” yazıyor, okuyan yok. Vahşi ormanda yaşayan ve hayatta kalmaya çalıştığı için sadece dürtüleriyle hareket eden bir canlıymışçasına (oysa sadece içeride yer kapacak, derdi o) içeriye akın eden onca insan, anne ve çocuklarını da ezilme tehlikesiyle karşı karşıya bırakıyor...
Anne feryat ediyor “İnenleri beklesenize, biz önce bir inseydik” diye bağırıyor... Elbette onu dinleyen yok.
Anne “Durun! Önce inenlere izin verin!” diye feryat ederken çocuğu tepinerek “Anneeee suuuuus” diyor, utanıyor. Esas utanması gereken, bu sahneyi yaşatan yol yordam bilmezlerin vaziyeti iken, onu ikaz eden annesinden utanıyor.
Peki bu olay bize ne anlatıyor?
Biz toplu yaşayabilme, insan olabilme becerimizi kaybederken, çocuklarımız medeniyetsizliğe alışmış, -mesela- metro kapısındaki medeniyetsizliği “normal, sıradan bir durum” olarak kanıksamış...
“Tehlikenin farkında mısınız?” der, sevgilerimi sunarım, sokağa her çıktığında insanımıza dair umutsuzluğa kapılan muhterem Habitus okuru.
Paylaş