“Normalleşme” nedir ne değildir

Bir yakınınızı kaybettiniz diyelim. Sevdiğiniz bir insanı.

Haberin Devamı

Önceden belirlenmiş bir kutlamanız var. Kutlamayı gerçekleştirir misiniz?
Zannetmem. Eğer bir mecburiyetiniz varsa, belki sessiz sakin, patırtısız bir “arkadaş toplantısı” düzenlersiniz.
Gürültüsüz, patırtısız yapmanız gerekenleri yapar, ağırlamanız gerekenleri ağırlar ve ardından dağılırsınız.
Köprü açılışında gördüğüm neşeli yüzler, koca koca gülümsemeler, atılan konfetiler ve esen bayram havasını görünce...
Çok yakınını kaybettiğini söyleyen bir adama kendi hayatındaki güzel gelişmeleri anlatan insanları hatırladım.
Veya cenaze evinin üst katında bile bile parti yapan pervasız gençleri...
Büyük kayıplardan sonra bir/ birkaç kişinin nasıl davranacağını bilememesi, acıları içselleştirmediğini, kayıpları normalleştirdiğini gösteriyor.
Tüm dünya görünmeyen bir bağla birbirine bağlanmış, binlerce kilometre uzaktaki insanlar bile salı gecesi Atatürk Havalimanı’nda gerçekleşen saldırı sonucu hayatını kaybedenleri anarken, biz köprü açılışında konfeti attık.
Acı, felaket ve kayıp karşısında ne yapacağımızı uzun zamandır bilemiyoruz.
Her seferinde “Muhakeme becerimiz hangi ara kayboldu” diye soruyoruz.
Elim bir kayıp karşısında hayatımızı durdurmayacağız elbette.
İşimizi, gücümüzü, kendimize belirli bir çerçeve çizerek günlük yaşamımızı sürdüreceğiz.
Köprüleri de açacağız.
Hayata devam etmemek, o çok söylenen klasik “Terörün amacına ulaşması” cümlesine katkıda bulunmak olurdu.
Fakat hayata devam ederken, köprüleri açarken o çerçeveleri, sınırları nasıl çizeceğimizi artık bilemiyoruz.
Temel insani konularla ilgili problemimiz var.
Saldırıdan sadece birkaç saat sonra açılan bir havaalanı ve o travma ile ertesi gün masalarının başlarına dönmek zorunda bırakılan insanlar...
Olağan işleyişin sürmemesi için bir sebep görememiş kimse.
Acılar, büyük felaketler normalleşmiş.
Hemen, hızla nefes almadan hayatımıza geri dönmemiz beklenmiş.
Ölen öldü, olan oldu, yapacak bir şey yok denmiş.
İşte bunun benzeri bir mantık çerçevesinde, köprü açılmış, konfeti atılmış, pek çok kişi de bunu garipsememiş.
Köprüde göbek atanlar, selfie yarışına girenler bir yana, otuz iki diş sırıtanlar bir durup “Yahu, bu ülkede iki gün önce katliam gibi bir saldırı yaşandı ve 44 kişi canından oldu” dememiş.

 

Haberin Devamı

Bir sınır var, olmalı

Haberin Devamı

Empati yoksunluğu ve kayıpları hafife almak, salgın hastalık gibi, her kesimde, her yerde görülüyor ve önü alınmazsa kontrolsüzce yayılıyor.
Mantığın işleyişi değişiyor böylece, gerçekten ölümü algılayamaz hale geliyorsunuz.
Hatırlayacaksınız, Gezi zamanı Facebook’ta yaralanma ve ölümlere yönelik hassas, insani paylaşımlarda bulunan genç kızlarımız sadece iki gün içinde “Düğünde hunharca göbek atan gelin”e dönüştüler.
Sınırı nerede bunun?
Bir sınır var. İlla var.
Bu sınırı ben çizmiyorum, “toplumsal sağduyu” denilen bir kavram çiziyor.
Ve o kavramın içinde ölenin arkasından kendi düğünün de olsa hunharca göbek atmak, köprü açılışında ağzındaki otuz iki dişle birlikte küçük dilini göstererek sırıtmak, konfetiler eşliğinde, bayram havası estirerek açılış yapmak galiba yok.
Felaketler sıradanlaştırıldığında, olağanlaştırıldığında, herkes kendi hayatını hiçbir şey olmamış gibi ısrarla devam ettirdiğinde, öyle
bir gün gelir ki
buna en çok karşı çıkan bile o rüzgara kapılır.
Hatta kapıldığının farkında bile olmaz, bilinçaltına yavaş yavaş oya gibi işlenir o “normallik”.
Sonra bir gün bir bakmışsınız, İstanbul’un en büyük havaalanında bir saldırı gerçekleşmiş, 44 kişi öldü demişler...
Çocuk bile öldü demişler...
Ama sizin ağzınızdan çıkan cümle “Ay turistler kaçacak, turizm mahvoldu” olmuş.

 

 

 

Yazarın Tüm Yazıları