Paylaş
Beni öyle bir yürüttü ki, bayramı yatakta geçiriyorum. Detaylarını cumartesi okuyacaksınız, “bayram özel” röportajımızı yollarda yaptık.
Bütün günü yürüyerek geçirdik.
Maçka’dan, İTÜ’nün kapısından yola çıktık. Yokuştan kendimizi aşağıya saldık, Beşiktaş’a çıktık.
Sahile indik, Ortaköy’e kadar yürüdük. Sonra Kuruçeşme’ye doğru tekrar yola çıktık. Semt sınırlarından girdiğimiz esnada foto muhabirimiz Levent Arslan isyan etti. “Yoook”, dedi, “Yeter. Siz deliler yürümeye devam edebilirsiniz, benden paydos...”
Levent bu noktadan sonra bizi taksiyle takip etti. Bebek, Arnavutköy, Emirgan derken İstinye Park’a kadar yürüdük.
Alışveriş merkezinin kapısına geldiğimizde Bade hâlâ yerinde duramayan o enerjik halini korurken, ben kaldırıma çöküverdim. Bir yandan da dönüşü düşünüyorum; “Ya dönüşü de yürüyelim derse” diye. Bıraksak Bade’yi, Sarıkamış’a kadar yürüyecek!
Neyse, korktuğum olmadı, kararan hava imdadıma yetişti.
Bade insafa geldi, bu defa İstinye Park’tan Ayazağa Metro İstasyonu’na yürüdük, atladık metroya, Osmanbey’de indik. Osmanbey’den ise tekrar yürüyerek
Nişantaşı’na, başladığımız noktaya geri döndük.
* * *
Bade, setten her vakit bulduğunda kendini yollara atıyor. Şehrin sokaklarında bacaklarının gücü kesilene kadar yürüyor, “Başka türlü enerjimi atamıyorum” diyor.Dışarıdan görülenin aksine, “ünlü ve güzel kadın stereotipi”nden uzak bir kadın profili çiziyor. Tanınmamak için koca gözlükler ve şapkalar takmıyor, özel şoförlü aracı filan onu takip etmiyor. Herkes gibi, herkesin içinde yaşıyor.
Ha, bir de hayatımda gördüğüm en güzel kadınlardan biri olduğunu söylemem lazım.
Fakat üzerinde o “çok güzel olduğunun farkında ve buna göre yaşayan kadın” halleri yok.
Kendini beğenmiş değil.
Snob-gıcık-çokbilmiş hiç değil.
Aksine, etrafına güzel ışıklar saçan bir kadın tanıdım salı günü...
Önceki röportajlarından kalan bir hisle, belli bir resim çizmiştim onunla ilgili. Fakat geçirdiğimiz beş saatten sonra, tekrar ve tekrar anladım ki, basında yer alan birçok magazin röportajında röportaj yapılanı değil, röportaj yapanı okuyoruz.
Muhabirin mantık filtresinden geçirilmiş; cümleler aracılığıyla tanışıyoruz ünlülerle.
Haliyle, gazetede gördüğümüz şöhret sahibi kişi ile sokakta tanıdığımız birbiriyle eşleşmiyor.
Bade’yi yakından tanımak için cumartesiyi bekleyin...
Saç boyası kabusu
Çok rica ediyorum etrafınıza bir bakın. Gündüz, kalabalık bir sokakta yanınızdan geçen, çevrenizde bulunan kadınları inceleyin.
Saç rengi orijinal bir tane bile kadın göremeyeceksiniz!
Tarihimizin hiçbir döneminde bu kadar çok boyalı saçlı kadın yaşamamıştır herhalde. Artık rengi oynanmamış saça sahip olan kadınlara “doğada nadir rastlanır bir mucize” gözüyle bakıyoruz, o derece.
Çok belli ki kadınlar, kuaförleri tarafından “Bu saç sizi çok açar”, “Bir ton açalım, ifadeniz yumuşar” cümleleriyle kandırılıyor.
Yoksa, “çirkin saç” kavramını başka bir boyuta taşıyan, bu kadar ucuz görünen saç renklerinin başka bir açıklaması olamaz.
Bakın söylüyorum, “açık kızıl kahve” ve “bebek kakası” rengini kim moda ettiyse gidip bulacak, dava edeceğim.
Sevgili kadınlar, sizleri uyarıyorum: “Kızıl ve sarı saç herkese yakışır, önemli olan doğru tonu bulmak” diyen kuaförlere inanmayınız.
“Doğru ton kızıl” ya da “doğru ton sarı” size çok yakışsaydı zaten saçınızın gerçek rengi o olurdu. Bir de olaya bu açıdan bakınız.
Diyorum ki, kuaföre gidelim ve saçlarımızı orijinal rengine boyatalım. Hep beraber “boyasız saça dönüş hareketi” başlatalım.
Doğal saç kadar kıymetlisi yok, saçlarımızın ayarıyla oynamayalım...
Paylaş