Size de oluyor mu bilmem, “popüler olana yabancılaşma” hissi. Bir mekan popüler oluyor oraya gitmemek için bahaneler uyduruyorum, bir dizi çok konuşuluyor, izlememek için abuk sabuk programlara takılıyorum...
Eğer o popüler olanı herkesten önce keşfettiyseniz “bana ait, bana özel” duygusunun yıkılmasından oluyor bu... Son yıllarda bu duyguyu en yoğun Lost’ta yaşadım herhalde. Birçoğunuz gibi ben de 2005 başlarında keşfetmiş, bir süre nefes almadan izlemiştim. Ne zaman toplu delirme yaşadık, o gün bıraktım takibi. Ara ara televizyonda yakaladım ama çok da önemli değildi. İzlemesem de olurdu. Çünkü o artık herkesin malıydı. Hoş, zaten herkesin malıydı ama ilk zamanlar başka hissediyorsun tabii. Popüler olmadan önce yakalamışsın, takibe almışsın, orası senin özel gizli adan. Bu duygu bozulunca da izlemenin bir manası kalmıyor. Twilight kitap olarak ilk defa yayımlandığında, hani insanın zevk aldığı için kendisini kötü hissettiği “guilty pleasure”ları vardır ya, birçok takipçi için onlardan biri haline gelmişti. Hem “bu ergen işi ya” diyor, hem de deli gibi okuyorduk... Sonra malum, vampir çılgınlığının ağır topu oldu Twilight serisi ve filmleri. Popülerite yükseldikçe vampir teni gibi soğudum olaydan, hatta ilk film vizyona girdiğinde Robert Pattinson’u ısrarla beğenmiyor, daha büyük bir ısrarla “ızlemeyeceğim o filmi ve vampirlere dair herhangi bir şeyi” diyordum. Fakat bir süre sonra da muhabbetten tamamen soyutlanıyorsun, laflardan sıkılıyorsun, takip etmek şartmış gibi hissediyorsun... Eh, hal böyleyken salı gününü kendime “vampir günü” ilan ettim ve önce ilk filmi izledim, hemen ardından da sinemaya koşup New Moon’u. Öncelikle ilk filmin daha güzel olduğunu söyleyeyim. Vampir deliliğinden nasibini almamış biri olarak az çok objektif olduğumu düşünüyorum. Zira sinema salonundan çıkarken, koca bir kalabalıktan benimkine benzer cümleler duydum. Peki neden ilki daha güzel? Çünkü meseleye ilk defa giriliyor, biraz daha hikaye odaklı, ikinci film tamamen diyaloglara yoğunlaşmış. Kısadan anlatmak gerekirse, New Moon olmuş Vamp-ı Memnu! Kelle kadrajı filme hakim ve karakterler sonsuza kadar konuşuyorlar be kardeş! Dünyayı da kurtarıyor değiller hani, birtakım ilk aşk romansları yaşıyorlar, kendi kendilerine dramalar yaratıp kavuşamayacakları sahnelerde duygu dolu anlar yaşıyorlar, birbirlerine sözler veriyorlar, sensiz ölürüm diyorlar, aforizmalar havalarda uçuşuyor. Yalnız birini çok seviyorum, sanırım Bella’nın babası “Aşk sana iyi geleni sevmeyi öğrenmektir” diyor... Nasıl ama?
Doğuş’u değerlendiriniz!
New Moon muhabbetimizi Flash Forward ile cilalayalım: Dizinin başrolü Mark Benford’ın (Joseph Fiennes) şarkıcı Doğuş’un aynısı olduğunu fark ettiniz mi? Yapımcılar, uyanınız! Eğer olur da Flash Forward’ın çakmasını çekmeye niyetlenirseniz başrol için başkasını aramayınız! Al Doğuş’u, çek gözüne sürmeyi, ver eline senaryoyu, kafayı eğip aşağıdan bön bön bakmayı öğret, on numara Joseph Fiennes olur.
Yeni filmde neler var?
Vallahi filmin başı sonu demiyor, yazıyorum. Nasılsa yazılmışı da var değil mi, hiçbir şey sürpriz değil neticede...
Filmde ana mesele Bella’yı korumak. Aşağı yukarı 1355 kez “protect” kelimesinin geçtiğini tahmin ediyorum, fenalık geldi. Twilight konseptinin Amerikan gençliğine “kız arkadaşınızla seks yaparken onu koruyun” mesaj kaygısı taşıdığından şüpheleniyorum.
Bella, iki erkek arasında kalıyor. Vampir de onu istiyor kurt da. şu hayatta ikisine de ihtiyaç var vallahi, zor karar ama Bella kardeş vampiri seçiyor. şaşılacak bir şey yok, insan kalbinde davul zurna çaldıran adamı seçer, değil mi...
Serinin diğer bir derin mesajı “solaryum zararlıdır” olmalı. Bu kadar güzel, yakışıklı vampir görünce birçok umutsuz solaryum vakası genç kızımız kötü alışkanlıklarından vazgeçecektir şüphesiz. Uzun saç-beyaz ten iyidir. Biraz Elif şafak tarzı dumanlı göz makyajı, biraz vişne çürüğü ruj, olay tamamdır.
Israrla beğenmediğim Robert Pattinson’u filmde izlemek lazımmış. Her genç kızın rüyası. Yalnız gerçek hayatta daha kendini bilmez, daha hırpani buldum Edward’ı, halbuki filmdeki karakter son derece aşık olunabilir bir profil çiziyor. Sizler için ıbrahim Tatlıses kimliğine bürünüyor, “Bir uampiri çok seouudim, o beni hiç seouumiyor” demek istiyorum sevgili kana susamış Habitus okurları!
Bella kızım niçin ağzını hiç kapatmıyor, bilen varsa söylesin. Sürekli bir “sana muhtacım” bakışları, sürekli o ağız aralık, ön iki diş meydanda... Kapat o ağzı Bella.
Yeni arzu nesnesi Taylor Lautner hakikaten de insanın içini bir hoş ediyor. Adam çalışmış. Yalnız, kendisini, gerçek hayatta sürekli üstü çıplak spor yapan Matthew McConaughey ile sırf dalga geçmek için, film boyunca üstü cıbıl gezdirdiklerini düşünüyorum. Ayrıca dişler konusunda, Yaşar Alptekin’in Gençlik Fırtınası filmindeki haliyle yarışır. Bembeyaz maşallah. Gülüşüne aşık olabileceğiniz adamlardan. Büyüyünce tabii. Adam daha 17, 17, 17, 17’ymiş.
New Moon yapım ekibine bir önerim olacak. Bu aralar bizim televizyonlarda dönen Sensodyne reklamındaki genç arkadaşı derhal kurtadam ekibine alınız. Cuk oturur vallahi. Hem gururlanırız “Twilight’da bir Türk” diye. Fena mı.