Paylaş
Bugün çark tersine işliyor, ipler kullanıcının elinde” diyor.
Evinize bir misafir çağırdığınızda, oturma odanızda bir kitaplık varsa, kitaplarınız, sizi ona anlatır. Karşınızdaki kişinin sizi anlamasını sağlar.
Müzik de böyle. CD, konser DVD’si arşivleri artık raflarda değil, parmaklarınızın ucunda duruyor.
Sosyal hayattan tutun da, işimizi yapış biçimimize, son 20 yılda büyük değişimlerin kaynağı oldu internet.
Müzik piyasası da bundan payını aldı. Müzik paylaşımına olanak tanıyan yeni teknoloji, telif hakları meselesini gündeme getirdi, büyük finansal kayıpların ve önemli davaların ardından endüstri kendini yeniden şekillendirdi.
İnterneti “bedava içerik kaynağı” olarak görmek hâlâ en büyük problem.
“Fikir işçiliği” kavramının söz konusu olduğu her alanda internet sonsuz seçenek sunuyor gibi görünse de, sunmuyor esasında. İnternet, çoğu zaman kimlik ifşa etmeden yapılan, elle tutulmayan, soyut olan, dolayısıyla milyonlarca insanda vicdan sızlatmayan bir tür hırsızlığa aracı oluyor, o kadar.
Müzik, dizi, film için para ödemek, bugün insanoğlunun beyin kıvrımlarına “Kapitalizm çarkına para kaptırmak” olarak geçse de, yasal olmayan yollardan online dizi, film izlemek, müzik dinlemek, tek kelimeyle, bildiğiniz hırsızlık.
Fikir olarak ortaya çıkan, ürüne dönüşüp parayla satılan bir “ürün”ü elimizle tutabiliyor olmalıyız ki, onun para vermeye değer olduğuna ikna olalım.
Öyle mi sahi?
Her nasıl bir markete girip, beş paket cips alıp, parasını vermeden çıkamazsanız; bir dükkanda elbise seçip parasını vermeden çıkamazsanız, işleyiş “soyut” ürünlere geldiğinde de değişmiyor esasında.
Soyut kavramların yerine somut eşdeğerlerini koyunca ne garip oluyor değil mi?
Bir kilometretaşı olarak online müzik platformları
Şimdi, sektörel meseleleri bir kenara bırakıyorum. Müzik dinlemeyi seven sade vatandaş için ne demek bu, ona geliyorum.
Deezer gibi, operatörlere bağımlı olmaksızın işleyen online müzik servisleri, bizi, 20 yıl önce sadece hayal edebildiğimiz bir müzik dünyasının ortasına atıyor.
Düşünsenize, nerelerden geldik bugünlere...
Şimdi tarih öncesi bir varlık gibi konuşmak istemem ama özel radyolar bile yokken TRT’deki Pop Saati’ni izleyip kenara şarkıcı ismi not alan, Blue Jean, Hey dergileri okuyup meraklanan, “Hafta sonu gelse de Kadıköy’e inip Bahariye’deki kasetçi Minimo’dan kaset alsam” (bu kasetçi hâlâ duruyor bu arada) zamanının çocukları olarak, elimdeki telefonun “arama” bölümüne canımın istediği ismi/albümü yazıp önüme getiren bir teknoloji beynimi yakıyor.
Biliyorum, bu sözlerim dijital çağa doğmuş yeni nesle ve güncel teknolojiyle yaşamaya alışmışlara “yav he he teknoloji süper he” hisleri yaratacak ama birçok insan için vaziyet bu.
10 sene önce bilgisayar tamir eden ben BİLE, “ay teknoloji çok ilerledi, resmen canımızın istediği müziği dinleyebiliyoruz, çok heyecanlı” teyzeliğine ulaştım, bir de benim “üst modellerim” var.
Üst nesiller, yani bugün kullandığımız teknolojiye doğmamış, analog yılların insanları. Mesela “plak dünyası”na doğmuş, müzikle ilişkilerini pikaplarla kurmuş; veya radyoyu en kısa ve kolay müziğe ulaşma aracı olarak gören “eski toprak”lar...
Hedef kitlesi gençler gibi görünse de, online müzik platformları analog neslin müşteri olarak potansiyelinin farkında. Dauchez, Deezer’ı “Akıllı bir müzik kutusu” değil “İnsanlara seçenek sunan dev bir radyo” olarak görüyor.
Online müzik platformları, müzik endüstrisinde bir kilometretaşı olacak şüphesiz. 1991 yılında olduğunuzu hayal etsenize... Biri bugünü bana gösterse aklınızı kaçırmaz mıydınız?
Velhasıl kelam... Bugünü sektörel birtakım konularla değil, müzik dinlemeyi seven bir vatandaş olarak kafamı hep kurcalayan bir soru sorup noktalamak isterim:
“Üç kuruş verip dünyanın arşivine ulaşmak, keşfetmek, müzik kültürünün bir parçası haline gelmek varken, neden ‘dijital hırsızlık’ dünyasının bir parçası olur ki insan?”
Paylaş