Paylaş
Soruyu soruyoruz ama yanıtı yanlış yerde arıyoruz. Meseleden uzaklaşıp büyük resmi göremiyoruz. Konu başarısızlık ise, “şimdi”yi bırakıp, biraz geriye gitmek lazım.
Bilirsiniz, bizde resim, müzik ve spor “boş zaman uğraşları”dır. “altın bilezik” tanımı içine girmez. Çocuk derslerinden kalan zamanı bu tip “uğraş”larla değerlendirebilir. Boş oturmaktan daha iyi fakat asla ders çalışmakla, derslerde başarılı olmakla bir tutulmaz.
Çünkü sistem, çocuğu meyilli oldukları branşlara yönlendiren bir sistem değildir.
Biz böyle büyüdük, şimdi şanslı çocukların dışındakiler de benzer biçimde büyümeye devam ediyor.
Üstelik biz sadece yarış atıydık, şimdikiler sadece bilgi düzeyleriyle değil, sınavlardaki skandalların sonucunda “psikolojik dayanıklılık” açısından da değerlendiriliyor.
Omuzları çökenlerin sayısı, başarılı olanlardan fazla. Öğrencilik hayatı çok zor Türkiye’de. Eğer yeteneğinizin peşinde koşacaksanız da, büyük savaşlar vermeniz gerekiyor.
“Altın bilezik” nedir?
Sporda başımıza geleni tüm alanlara yayabilirsiniz.
“Boş zaman uğraşları” listesinden bir alanda ciddi yetenekli olduğu küçük yaşta fark edilmiş ve bu yeteneğin üzerine gidilmiş azınlığın durumu tamamen şansa, anne babasına ve karşılaştığı eğitimcilere bağlı.
Genelgeçer anlayışa göre “altın bilezik” sporda veya sanatta değil. Önce o altın bileziği takmak için çalışır, ardından boş zamanlarımızda sanat ve spordan zevk almaya bakarız.
Eğitim sistemimiz yetenek keşfetme merkezli olmadığı için gerçek başarılar ya tesadüflerden ya bilinçli anne babalardan ve eğitimcilerin ellerinden, ya da (nadir olarak da) çocuğun ısrarından çıkıyor.
Oysa, “Altın bilezik”, “Elalem ne der?”de veya “popüler mesleklere yönelmekte” değil, kişinin yeteneğinde...
Hâlâ yeteneğe yatırım yapan bir eğitim sisteminin bulunamaması geri kalmışlığın en büyük göstergesi.
Üzücü olan taraf ise şu, bu sistem ve anlayış değişmedikçe, geri kalmış olarak kalacağımızın da garantisi.
Devlet, çocuklarını yeteneğinin işaret ettiği yere götürmediği zaman, harcanmış milyonlarca yetenek, hayatından, işinden zevk almayan yetişkinler yaratıyoruz.
Sonunda da gerçek başarının kalabalıklardan değil, tek tek bireylerden çıktığı bir ülke ortaya çıkıyor. Tekil başarılarla yetinmek zorunda kalıyoruz.
Başarı bir günde elde edilmez
Olimpiyatlara katılanlar, binlerce yetenekli sporcunun içinden değil, dar bir çemberin içinde, performansı zirvede olan birkaç sporcu arasından çıkıyor.
Seçenek üretmemişiz ve üretmemeyi sürdürüyoruz.
Geri kalmaya devam ediyor, başımıza gelen her kötü hadiseden sonra “Neden böyle oldu?” sorusunun yanıtını dar bir zaman dilimi içinde; “şimdi” de arıyoruz. Yanlış yapıyoruz.
Başarısızlık, anlık bir konu değil. Başarıyı ya da başarısızlığı, oya gibi işleyerek yaratırsınız.
Aynen sporda başarısızlığın bir günde, bir yılda, olmayacağı gibi, plansız şehirler de bir günde olmaz.
Bakın, şehirlerinin geleceğini görmeyen yöneticiler, bugün altyapısız, üst üste-alt alta, milyonlarca kişinin barınmakta zorlandığı, bir depremde binlerce kişinin hayatını kaybedeceği İstanbul’u ve Türkiye’nin diğer “yaşaması işkence” şehirlerini yarattı.
Batmış bir eğitim sistemi sonucunda nüfusumuz, yetenekleri doğrultusunda bir meslek seçemedikleri için canı sıkılan, işinden nefret eden milyonlardan oluşuyor.
Gençler, kendi ülkelerinde mutlu olmayı değil, dünyanın başka yerlerinde okuma ve hayat kurma hayalleri kuruyor. Sizce bunda bir acayiplik yok mu?
Bizim sorunumuz senelerden beri sürmekte olan anlayışta.
Bu anlayış değişmedikçe, doğru seçimler yapmış ve önüne çıkan bin bir engele rağmen mesleğini icra etmeyi sürdüren insanların az sayıdaki başarılarıyla yetinmek zorunda kalacağız.
“Neden böyle oldu?”nun yanıtı bugünde değil, geçmişte. Çözümü ise geçmişte ne yaptığımızı anlayıp bunu değiştirmekte.
Paylaş