Paylaş
Kendi kendinize kaldığınızda kafanızdaki sorulara yanıt verebilenlerden misiniz?
İşiniz için kendinizi paralarken “Bir dakika ya! Ben ne yapıyorum? Ne için kendimi hıpalıyorum?” dediğinizde sorunun cevabını bulabilenlerden misiniz?
Kurduğunuz ilişkilerde tüm kalbini ortaya koyabilenlerden misiniz?
Günün sonunda eve gelip kapıyı açtığınızda, üzerinizdekileri bir kenara fırlatıp kendinizi koltuğa attığınızda neler düşünüyorsunuz?
Yorgunluğunuzu atıp rahatlıyor musunuz, yoksa “Neden, neden, neden?” diye kendinizi kemirip bitiriyor musunuz?
Peki ya uykuya nasıl dalıyorsunuz? Dalıyor musunuz sahi? Nasıl uyanıyorsunuz? Mutlu ve heyecanlı mı, enerjik ve umut dolu mu?
Yoksa gözünüzü açtığınız andan itibaren büyük bir üşengeçlik duyuyor, bunun sebebini bilemiyor, bir saat sonra ne halde olacağınızı kestiremiyor musunuz?
Belki de kapılmışsınız bir sele, sadece başınız suyun üzerinde hızla akıyorsunuz taşmış bir nehrin içinde.
Bazen karşınıza bir ağaç çıkıyor, yakalayıveriyorsunuz bir dal. Fakat adı üzerinde ya, dal.
Kopuveriyor en hazırlıksız olduğunuz anda.
Taşan nehirde akmaya, hayatta kalma savaşına devam ediyorsunuz...
Öyle günler geliyor ki bir bakıyorsunuz eğim iyice artmış, artık hızınız, hareketiniz kontrol edilebilir halde değil... Kararlarınızı hızla ve doğru almak zorundasınız. Nehir sizi dinlemiyor, akıyor aşağı doğru tüm gücüyle.
Ufak, orta, büyük ya da kocaman, dengeler kurmaya çalışıyorsunuz. Baş aşağı dönmemek için, yan yan yüzmemek için, kafayı suyun üzerinde tutabilmek için, yanınızdan geçenlere çarpmamak, yollarını tıkamamak için...
Bazen de kendinize yol açmak için... Başkalarıyla “ahenkle” akmak için.
Sahi, taşmış bir nehirde bir dolu insanla birlikte akmak ne zordur...
O yüzden denge kurmak muhakkak şart olur...
“Denge”yi düşünmezseniz içinizdeki ağırlıklar bile yer değiştiriverir. Taşmış nehirde hızla giderken sağ kalmaya çalışmak kolay mı?
Hele ki insan kendiyle kavgaya tutuşmuş, eğrisiyle-doğrusuyla düşünme yetisini kaybetmişse... Batıverirsiniz bir anda gerçekçi düşünemediğinizde...
Öte yandan suç sizde de değildir, yaşam savaşı verirken kimin terazisi tartıyor ki ince ince?
Siz bunları düşünürken birden ufukta bir tane daha dal görüverirsiniz. Ulaşıp yakalayabileceğiniz kadar eğilmiştir dal suyun içine.
“Tut beni” diyordur adeta, gelmiştir dile...
Tutup kavrar, yukarı çekersiniz kendinizi tüm gücünüzle.
Dikkatlice, ilerleyip sağlam bir yere tüner, aşağıda akanlara, hayatta kalma savaşına uzaktan bakar hale gelirsiniz...
Fakat bilmezsiniz ki oturduğunuz dalı kestiniz mi, dal bir yerinden çatırdadı mı yine o suyun içindesiniz...
Aşağısını yeterince dışarıdan izlerseniz, bir bakarsınız kapanmışsınız kendi ördüğünüz kozanın içine...
İçinde büyüyüp kelebek gibi çıkacak mısınız yoksa kendinize uygunsuz bir iklim yaratıp çıkamadan kuruyacak mısınız?
Kelebek olarak çıkarsanız da, bir günden fazla yaşayacak mısınız?
Ne çok soru var değil mi?
“Hayat kavgası” ne zor, nasıl da sinsi.
Bazen sizi alır, nehrin içine doğru savurur, hızla akıtır. Yol bulmak zorlaşır.
Size uzatılan dalları tutmak lazımdır.
Şans bu ya, kimi zaman dal çatırdar, sizi serin sulara bırakır. Kimi zaman da güçlenir, kuvvetlenir, sizi tüm ağırlığınızla taşır.
Tuttuğunuz dal sizi taşırken, bir konu vardır tahlil edilmesi gereken: Kaç kilo çektiğinizin farkında mısınız?
İşte, bu soruya cevap veremiyorsanız kış, bahar fark etmez: Mutsuzsunuz.
Egonuzdan, önyargılarınızdan, korkularınız ve paranoyalarınızdan sıyrılıp tartıya çıkmaya cesaretiniz yoksa, öyle kalmaya mahkumsunuz...
Paylaş