Paylaş
Bugün değiştirelim mi bakış açımızı?
Peki baharın geldiğini fark etmiyor, sabahları mutsuz uyanıyor, içinizde sebebini bilmediğiniz bir sıkıntı, bir ağırlık hissediyorsanız nasıl değiştireceksiniz bakış açınızı?
Mucize mi beklemeli? Yoksa mucizeyi insanın kendisi mi yaratmalı?
Herkese hayatının en az bir döneminde muhakkak olmuştur: Aklınız düşünce tembelliğine alıştıysa eğer, oturduğunuz yerde, insan beyninin o sonsuz kapasitesini heba eder, aynı zamanda son derece arabesk bir mucize beklentisi içine girersiniz.
Bir anda biri gelsin, sihirli değneğiyle dünyanızı değiştirsin, istediklerinizi size versin istersiniz.
Yaptıklarınızın sonuçlarına katlanmak istemez, “talihin yüzüne hiç gülmediği bir hayat kurbanı” gibi hareket edersiniz. İçinde bulunduğunuz vaziyete üzülür, sorumluluk almaz, bir türlü şapkayı önünüze koyup düşünmeyi beceremezsiniz.
Halbuki gerçek öyle mi?
Başımıza gelenler, yaptığımız seçimlerin sonuçları olmasın?
Konu açıktır: Aslında sebep-sonuç ilişkisi sizi bu noktaya getirmiştir...
Mesele son derece rasyoneldir. Dolayısıyla oturup sızlanmak yerine ayağa kalkıp “Bir dakika ya! Toparla kendini” dememiz gerekir.
Veya bir başkasının, sevdiğimiz bir insanın bunu bize demesi icap etmektedir.
“Uyandırma zili”dir bir nevi. Yolunda gitmeyen işleri yoluna koyma vaktidir.
Uyandırma zilini duyup, düşünmeye üşenmekse tembelliktir, “talihsiz kurban” ruh halinden ısrarla çıkmamak demektir, bile bile hayata katılmamak demektir.
Düğüm çözülünce...
Bazen bakış açısını değiştirmek için insanın kendini hapsettiği görünmez duvarların içinden çıkması, kendine dışarıdan bakması gerekir.
Bir sorunun içinde boğulurken gerçek duyguları tahlil etmek olanaksızlaşır. Mutlu olduğunu düşünür, üzerindeki ağırlığın sebebini fark etmezsin.
Bazen üzerinde dalga dalga hissettiğin melankoliyi mühimsemez, “Canım sıkkın bugün” der, geçersin.
Fakat... Ruhundaki sıkıntı, o karanlık hisler kronikleştiğinde...
Her güne gözünü açıp “Neden mutsuzum ben?” dediğinde... Artık çözülmesi gereken bir düğüm olduğunu anlarsın.
İşte o zaman, içinde bulunduğun durumdan kendini cımbızla çıkarıp dışarıya bırakman veya kanatlanıp uçarak hayatına geniş bir perspektiften bakman gerekir...
Yani “bakış açını değiştirmek...”
Bakış açını değiştirdiğinde, hiç görmediğin renkler görürsün.
Sisler dağılır, aklını gölgeleyen kara perdeler açılır. Nefes alırsın, bahar çiçeklerinin açtığını fark eder, o umutsuzluk duygularını bir kenara bırakırsın.
Bir bakarsın uzun zamandır seni doktor doktor gezdiren, adeta hayatını yöneten ağrıların geçmiştir. Düğüm çözülmüştür çünkü...
Şaşırırsın... “Nasıl oldu bu iş?” dersin...
Cevabı basittir, tekrarlanan sıkıntıların, içte kalmış, bir türlü söylenememiş kelimeler, çözülmeyen, tekrarlanan sorunlar ve duygular sırtında düğüm olmuştur esasında.
Kendi kendini hasta etmişsindir. Tekrarlanan sorunlar aklının sınırlarını aşıp, vücudunda da kendini göstermiştir. Çözünce geçer, geçecektir...
İnsanoğlu aklının becerisiyle dünyayı değiştirir, fakat bir türlü elindeki, beynindeki gücün büyüklüğünü kabul etmek istemez, sanır ki kendi akıl gücüyle gerçekleştirdiklerinin ardında mistik öğeler gizlidir...
İşte tam olarak bu yüzden onun adına “Mucize” denir.
Paylaş