Paylaş
Kimisi kendini tanır. İyisiyle kötüsüyle “ben böyleyim” diye kendini kabul eder.
Bedeni ruhuyla el sıkışır, “Madem böylesin, gel yan yana yürüyelim” der, yoluna devam eder...
O yolda kendini olduğundan fazla göstermek yoktur. Hayalindeki hayatı gerçekmiş gibi yaşayarak aklın kör karanlık yollarına doğru yolculuğa çıkmak yoktur.
Orada başkalarının hayatına gıpta etmek ve “Onda var, benim neyim eksik?” diye hınçlanmak yoktur. Olmak istediğin yere ulaşmak için kendine sahte bir “hayat imajı” yaratmak yoktur.
Neysen onu yaşar, neyi becerebiliyorsan onun peşinde gidersin. Neyi başarıyorsan ona göre yaşarsın.
“Az” ile yetinmezsin ama fazlası için kendinden ödün vermezsin. Kendinden ödün vereceğin zaman kalbin dur der zaten. “Yapamazsın bunu” diye fısıldar kulağına... Sen o sesi duymazsın ama cevap, böğrüne bir ağırlık olarak yerleşir.
İşte o ağırlığı hissettiğinde ne yapman gerektiğini bilirsin.
Çünkü kendini tanıdığın ve kabullendiğin zaman vicdanın gelişir. Sadece başkalarına değil, kendine karşı da vicdanlı olmayı öğrenirsin. Kendinin farkında olma halini bir “ödül” olarak yaşayan insanlarda, yalana, dolana, yok yere şişirmeye, olmadık “başarı”lardan böbürlenmeye yer yoktur.
Sağduyu gelişmiştir, akıl bir terazi gibidir. Akıl, iki gözün gördüğünü, kulağın işittiğini aklının süzgecinden geçirir, hassas kantar gibi tartacak hale gelir.
Dış dünyaya karşı böyleyken, kendi sınırları da bellidir: Neyi yapacağını, neyi yapamayacağını bilir, soruyu sorduğunda yanıtı iç sesinden dinleyebilir...
Gerçek başarının anlamını, nereden geldiğini ve nasıl elde edildiğini çok iyi bilir.
Kendi gibi olanlar
Peki ya kendinin farkında olup, varolanı reddederek kendini cezalandıranlar... Onlar ne yapmaktadırlar?
Bir türlü “ben böyleyim” diyemezler... Durmadan görüntüsünü değiştiren estetik bağımlıları gibidirler.
Kendileriyle oynarlar fakat istedikleri kadar farklı görünsünler, temelde var olan “malzeme”yi değiştiremeyeceklerinin bilincindedirler.
O malzemeyi olduğundan farklı göstermediklerinde, belki çok sıradan, belki dikkat çekmeyecek, belki de sivrilemeyecek niteliklere sahip olduklarını bilirler...
Tam bu noktada kimileri “dünya düzeni”ni çözer... “Sosyal zeka”nın, “doğru insanı cilalama sanatı” maharetlerinden, başarının ise “görünürde gözükenler”den geçtiğini düşünür.
Malzeme önemli değildir, önemli olan bunu nasıl gösterdiğin ve kime nasıl anlattığındır... İşte o zaman kişi başlar kendini şişirmeye... Başlar “mış gibi” yaşayıp, doğru insanı cilalayıp parlatmaya...
Günümüzün teknolojisi de buna bin türlü imkan verir.
Yüz yüze olmayan sosyal iletişim, bunun için bulunmaz bir madendir. İnsanın kendini “-mış gibi” göstermesi için sosyal medya siteleri emre amade, hazırolda beklemektedir.
Kişi kendini arzu ettiği “imajda” göstermeyi başardığında, önce sevinir.
Güzel bir yola girmiş gibi görünmektedir: Takdir dolu bakışlar, alkış ve şakşaklar... İşin sonu mutlu biteceğe benzemektedir. Fakat...
Kendini çok iyi tanıdığı halde nasıl bir adam olduğunu reddeden insanın ceza süreci başlamıştır esasında...
Durmadan şişinebilir, sevinç çığlıkları atabilir... Ama en derinde kendini bildiği için şişindikçe, alkış aldıkça, içinde nedenini çözemediği bir acı büyüyecektir...
Canlı türü
Mış gibi yaşamayan “az bulunan bir canlı türü” artık.
Bakın etrafınıza. Kaç tane kaldı? Kaç kişi kendini, ailesini, işini ve onun için değerli olan tüm kavramları korumak adına kendini olduğundan farklı göstermiyor?
“Başkalarının gözünde değerli” olmak için hayatını “-mış gibi” yaşamıyor?
Kendini olduğundan farklı göstermeyen biriyle karşılaştığınızda pamuklara sarın. Ona çok iyi bakın... Çünkü artık pek azlar.
Paylaş