Paylaş
Açıkçası beni en çok heyecanlandıran isimdi, hem kendisini hem de tasarımlarını taparcasına severim.
Anglomania line’ının 2010 yaz koleksiyonunu ıstanbul’da izlemek heyecan vericiydi. Organizasyonda emeği geçen herkese bu çabalarından dolayı teşekkür etmeli...
Organizasyon iyi, hoş da izleyici olarak büyük bir sınav da verdik. Henüz bu işlerde medeni olmaktan çoook uzakmışız...
Bakınız neler oldu:
Denizin ortasına kurulan platforma ulaşmak için dubalar üzerine kurulmuş bir köprüden geçmek durumundaydık. Tatsız bir kaza yaşanmaması için insanlar bu köprüye güvenlik görevlileri tarafından grup grup alındı.
İyi bir yerde oturabilmek için önce geçmek isteyenler köprü girişinde izdihama neden oldu. Herkes “önce ben geçeceğim” çabasında, şık şık kadınlar ve adamlar, birbirini itiyor, sıkıştırıyor, eziyor... Geçen gün dedim ya sıraya girmeyi bilmiyoruz diye, böyle bir organizasyonda bile Beşiktaş Vapur iskelesi ortamı yaratabiliyoruz, bravo.
Missoni defilesini izlemek için izdiham yaratan bu kalabalığı aşmayı başardıktan sonra yerlerimize oturduk, tam derin bir oh çekmişken ortalık yine hareketlendi, bu defa kaos sebebi Bruce Willis ve eşi Emma Heming’di. Büyük gürültü koptu; herkes ayaklandı, bir alkış, bir kıyamet...
Defileyi başlatabilmek için Fashionable ıstanbul yetkilileri “yerlerinize oturun” uyarısı yapmak zorunda kaldı.
Ünlü görünce neden bu kadar kafayı yiyoruz, anlamak mümkün değil.
Modeller podyuma çıktıklarında da tahmin edersiniz, Bruce Willis defileyi izliyor, insanlar Bruce Willis’i... Defile sırasında herkes telefonlarına sarılmış fotoğraflarını çekiyor, göz hapsine alıyor... Missoni defilesi birçok kişi için yalan oldu.
Hem defileyi, hem de defileyi izleyenleri izlemek çok eğlenceliydi. Bilhassa Lily Donaldson ve Jessica Stam yürürken kadın izleyicilerin yüzündeki ifadeyi fotoğraflamak isterdim...
Başlarının üstündeki düşünce balonunda “O kadar güzelsin ki rahatsız oldum” cümlesini okumak gayet mümkündü. Nispeten “kusurlu” modeller geçerken şöyle bir rahatlanıyor, sonra Jessica tekrar geliyor ve yine gözler hafif kısılıyor, dudaklara müstehzi bir gülümseme ve “hıh” ifadesi yerleşiyor...
Kadının kadını takdir etmesi ne zor iş yahu...
Fakat hakikaten kızlar “şaka gibi” dediğimiz türden güzeller ama çok zayıflar.
Hepsini günde üç öğün mantıyla, börekle doyurasım geldi.
Tuba Ünsal siyah tüylü Philippe Treacy şapkasıyla yüz metre öteden fark ediliyordu. ıki karış boyunda bol tüylü şapkasıyla, defilede arkasında oturanları epey sinirlendirmiştir tahmin ediyorum.
Yüz metre öteden fark edilen bir diğer isim de Ivana Sert’ti. şapka seçimlerini gözden geçirmesini diliyorum. Siyah ve komik bir denizci şapkası tadında bir cisim kondurmuştu başının üstüne.
Pazar günü üç ikoncan (Deniz Berdan, Ivana Sert ve Eda Taşpınar) bir araya gelip rahatlıkla Village People’ın kadın versiyonunu oluşturabilirlerdi. Eksik kalan üç elemanı da rahatlıkla bulurlardı, hatta Fashionable Istanbul’a temalı kostüm partisine gider gibi gelmiş onlarca kadın içinden seçim yapmakta zorlanırlardı...
Sonra, hep beraber, vaaay, em, si, ey!
Bu gazeteyi dürüm yapar, yerim!
Ebru Şallı “şişman kadın çirkindir” buyurdu ya...
Biiiir, Ebru’cuğum, lütfen Marina Rinaldi isimli markanın kataloğuna bir bak. Çok güzel büyük beden modeller göreceksin. Şişman kadın güzel olabilir. O kadınlar çirkinse şu okumakta olduğun gazeteyi katlar, yuvarlar dürüm yapıp yerim, o kadar net söylüyorum.
İkiiiiii, zayıf ve güzel kadınlar olabileceği gibi zayıf ve çirkin, şişman ve güzel, şişman ve çirkin kadınlar da olabilir. Bir tek çok zayıf ve estetik yaptırdığı çok belli olan kadınlar güzel sınıfına giremiyor.
Üüüüç, insanlar ömürlerini “Güzel olucaaam, eeeen güzel olucaaam”ın peşinde koşarak geçirmiyorlar. Güzellikle kafayı bozanlara ise diyetisyen değil, psikiyatrist bakıyor. Haberin olsun.
Paylaş