Paylaş
Savaştan çaresizce evlerini terk eden insanlara, onların çocuklarına 20-30 liraya sahte can yeleği satan insan müsveddeleriyle aynı havayı soluyoruz.
Suyla temas ettiğinde ağırlaşıp batacak malzemelerle üretilen bu sahte yelekler, uzaklarda değil, Türkiye’de satılıyor.
Kapasitesinden fazla insanla doldurulduğu için batacağı kesin olan teknelere binenlere, su çekip boğulmaya sebep olacağı kesin can yeleklerini giydiren ve bu sistem üzerinden para kazanan iki ayaklılarla aynı havayı soluyoruz.
Üstelik ortaya çıkıyor ki, bu iki ayaklılar, sahte can yeleği imalathanesinde Suriyeli kız çocuklarını çalıştırmışlar.
Kalbi ve aklı kuruyan ve Türkiye sınırları içinde yaşayan bu insanlar iki ayaklı kötülük makinelerine dönüşürken, ürettikleri yelekleri giyen çocukların cansız bedenleri Türkiye sahillerine vuruyor.
Siz bu satırları okurken yeraltı imalathaneleri vızır vızır çalışıyor, savaştan kaçan kim bilir kaç Suriyeli çocuğun mezarı kazılıyor...
Böyle bir kötülük var mı? Bu seviyede bir kötülük var mı?
Yok, ben duymadım.
İnsanoğlu tarih boyunca zalimlerin türlü seviyede kötülükleriyle karşılaştı elbette. Zevk için adam öldüreninden tutun kendi gibi olmayan herkesi katletme arzusuyla yanıp tutuşanlar ve bunu başaranlara kadar, türlü türlü zalim gördü dünya... Görmeye de devam ediyor.
“Sahte can yeleği imalat ve satışı” da bu çağın en yüksek düzeydeki kötülüğü, en büyük insanlık suçu.
Üzülmekten ve başkaları adına utanmaktan ciğerimiz soldu, yok mu bu rezil ticaretin kökünü kurutacak bir cengaver devlet adamı Türkiye sınırlarında?
Çok mu zor bunun tamamen önüne geçmek?
Sultanahmet Camii’nde ilginç uygulama
Birkaç gün evvel Sultanahmet Camii’nin önünde bir genç kadın, güvenlik görevlileriyle tartışıyordu.
Sebebi, caminin içine ayaklarına, çoraplarının üzerine bağladığı poşetlerle girmek istemesi...
Birkaç sene önce, içeride bilhassa yaz mevsiminde oluşan yoğun kokuyu engellemek için otomatik galoş makinesi koyulacağı söyleniyordu. Ayakkabılarını çıkaranlar, çoraplarının üzerine galoş geçirecekti.
Şimdi kapıda sadece ince şeffaf torbalar bulunuyor, girerken ayakkabılarınızı çıkarmanız ve ayakkabıları bu poşetlerin içine koyup yanınıza almanız gerekiyor. Çıplak ayağınızla veya çoraplı iseniz çorabınızla gezmekten başka seçeneğiniz yok.
Kadın soruyordu: “Şeffaf poşetlerin galoştan farkı yok, aynı malzemeden yapılıyorlar ve aynı görünüyorlar, bana neden poşetleri ayağımdan çıkarmam gerektiğini açıklamak zorundasınız.”
Görevli sadece “Bize verilen talimat bu” dedi ve kadın ısrar ettikçe “Yassah honföndö”den öteye gidemedi.
Genç kadın “Bana bir makul açıklama yapın” deyince görevlilerden biri “Çünkü o poşet yırtılıp çıkabilir” gibi anlamsız bir gerekçe sundu; hoş, çıksa ne olacak, herkes gibi çoraplarıyla gezecek caminin içini en fazla...
Enteresan olan şu: Ayağının kokusu uzaydan duyulan adam, bütün gün ayağında turşuya dönmüş bakteri dolu çoraplarıyla cami halısında yürüyebiliyor ve burada bir “temizlik sorunu” görülemiyor.
Fakat kadın, hem saygı çerçevesinde, hem de hijyenik maksatla ayakkabılarını çıkarttıktan sonra galoş niyetine çorabının üzerine giydiği ince şeffaf poşetleri ayağından çıkarmak zorunda kalıyor.
İlginç bir mantık, ilginç bir uygulama.
Paylaş