Paylaş
Her gün nasıl bir güne uyanacağımızın belli olmadığı Türkiye’de esasında bu her gün zor.
Ölümün, belirsizliğin, endişenin, can tehlikesinin insanı delirtme seviyesine ulaştığı bir ülkede her şey zor.
Uyumak zor, uyanmak zor, çalışmak zor.
Hiçbir şey yapmazken durmak zor, çok şey yaparken de durmak zor.
Yolda yürümek zor, otomobil kullanmak zor.
Çocuk doğurmak zor, doğurmamak zor, eğitim zor.
En fenası, iyi insan olmaya çalışmak zor.
İyi insan olmaya çalışmanın mükafatı yok. İyi bir iş yapmak için evinden uzaklara gidersin, fakat beyni yıkanmış bir canlı bombanın yanına denk gelip parçalanabilirsin.
Sen gidersin, ardından kalanlara ne olur?
Hafızasız toplumun vaziyetini izleyerek acı çekenler ise, bir başka kavrulur.
Sadece insan kaybetmenin acısı değildir vuran, kötülüğün boyutlarını gördükçe de kavrulursun.
Aynı havayı soluduğun insanlar katledilenler arasında ayrım yapınca, “Başka işleri mi kalmadı da oraya yardım etmeye gittiler” dedikçe, iyiliği sorguladıkça, “hak ettiler” deyişlerini izledikçe kavrulursun.
Tabii kimse annesinin karnından ırkçı, kötü kalpli doğmuyor.
Ölene kadar hamur gibi yoğruluyoruz. Çocuklukta aile, okul, öğretmenlerin, içinde yaşadığın çevre yoğuruyor...
Sonrasında iş, okudukların, gördüklerin... Çocukken, “büyüğüm” dediğin, seni yönlendiren “kullanım kılavuzları” varken sonrasında bu görevi “büyük adam” dediğimiz siyasetçiler, ülkeyi idare etmek üzere önemli pozisyonlara getirilmiş kişiler üstleniyor.
Kötü kalpli, çıkarcı olanlar bu görevi üstlendiklerinin farkında, koca bir toplumun belirli bir kesimini parmağının ucunda oynatabileceğini biliyor...
Esasında hiç büyümüyoruz. Manipülasyon, propaganda, yalan, kişisel zaferler için siyaset yapmak gibi kelime ve kavramlar büyüklerin oyuncakları. Bu kelime ve kavramlar da yetişkinlik zamanının sonu hep tatsız biten oyunları içinde geçiyor.
İnsan dediğin yoğrulmaya devam ediyor, son nefesini verdiği güne kadar.
Küçükken okuldaki kitaplarla, büyüdüğünde yalanı gerçek olarak yayma ödevi verilmiş yayın organlarıyla; filtreli, sansürlü haberlerle, güçlünün işine gelen türde “kullanışlı” materyal ile hamur gibi yoğruluyor.
O kadar yoğruluyor, o kadar yoğruluyor ki, bir süre sonra her aldığı nefes kendinden olmayana nefret kusmayı hatırlatıyor sadece. Kendinden olmayanı kendinden gibi yapmak için, yapamıyorsa öldürmek için, öldüremiyorsa öldüğüne sevinmek için yaşıyor.
Kendince kutsal bulduğu değerlerin yolunda, yani kendince “iyi bir yolda” kötü, çok kötü bir adama dönüşüyor.
¡¡¡
Ben bu kötülüğün daha nereye kadar varabileceğini merak ediyorum. Ediyoruz. Bir yerde duracak mı, kendinden olmayan herkesi öldürene kadar sürecek mi...
Bizler merak ediyoruz ama...
“Onlar-biz” diye diye insanları birbirinden nefret edecek vaziyete getirenler...
Güç-para saplantısıyla yön bulanlar, 7’den 70’e toplumun her bireyini dolaylı-dolaysız ateşe atanlar... Günahsız insanların ölümünü protesto edene bile gaz sıkanlar, sıktıranlar...
Gerçekte olanı kendi işi görülecek şekilde eğip bükenler... Kendi yarattığı yalana yapışanlar...
Ve hiçbir kötülüğün, hiçbir ölümün bir türlü istifa ettiremediği siyasetçiler, koltuklarına zamkla yapışanlar...
Onlar da merak ediyor mu, esas onu merak ediyorum.
Paylaş