Paylaş
Modern dünyanın, magazinin her gün tepside dikkatimize sunduğu, kiminin özenerek, kiminin burun kıvırarak baktığı haller...
Bakınca ne hissediyorsunuz?
Görgüsüzlük mü? Belki. “Keşke bende de olsa” mı?
O da belki.
“Boş hayatlar” mı? O da belki...
Belki de en başta saydıklarıma “Eşyalar üzerinden dünya üzerinde kendine alan açmaya çalışan, kimliklerinin çerçevesini çizememiş ruhlar” olarak bakmalı.
Eşyalar aracılığıyla dünyayla bağlantı kurma çabasını gördüğünüz zaman iş değişiyor.
Kendinize, insanlara ve çevrenize kontrol edilmez biçimde başka bir gözle bakmaya başlıyorsunuz.
Yaşam kültürü
olmadığında insanların kazançlarını nereye harcayacağını şaşırdıkları bir gerçek ama o lüks tutkusu başka bir şey daha söylüyor.
Dışarıya ne kadar fazla gösteriyorsa, içindeki kimlik hissi o kadar zayıf bir adamı.
Başarılarını sadece elle tutulabilir değerlere dönüştürdükçe kendini ifade ettiğini düşünen bir insanı...
Bir kimlik turnusolü gibi. Eşyalar üzerinden dünya üzerinde kapladığı yeri “bağırıyor” ama iç dünyasında kendini olduklarından küçük hissediyorlar...
“Ben kapladığım yerden daha büyüğüm” diyorlar, eşyalar üzerinden dünyayla bağlantı kurmaya çalışıyorlar.
Kimliğin bir uzantısı gibi sanki, o uzantılar olduğunda hayat anlam kazanıyor.
Belki o “uzantı”ların kendileri pahada ağır olsalar da çok değerli değiller üstelik, esas değerleri hayatla kurdukları bağlantının sembolü olmalarından ileri geliyor.
Eşyaların bir “hayatla kurulan bağlantı aracı” olma hali ezelden beri var tabii, son yıllarda buna internet ile önemli eklemeler yaptık.
Sosyal medya app’lerine, telefonlara olan ilişki de sadece “bağımlılık” başlığı altında incelenmemeli.
Pek çok kişi için olmak istedikleri insanın vitrini.
Belki gösterdiği gibi yaşamıyor ama öyle olmak ve görünmek istiyor.
Alkış istiyor.
Beğenilmek istiyor. Vaziyete narsisizm yönünden yaklaşabiliriz elbette, fakat bir başka taraftan yine kimlik turnusolü olarak da görebiliriz:
Hayattaki yerini küçük gören, kayda değer bir iz bırakmadığını düşünen insanın iz bırakma çabası...
Belki geçmişte yeterince takdir bulmamış, bugün bu travmanın acısını çıkarma arzusu...
Eşyaların güvenli dünyası
Amacı “daha zengin bir hayat” olan, odağı eşyalarda, son model telefonlarda, pahalı evlerde-otomobillerde, pahada ağır objelerde olan...
Veya büyük miktarlarda alışveriş yaparak rahatlayan...
Veya hayatını Instagram, Snapchat gibi aplikasyonların dünyası içinde geçirenleri bir düşünelim.
Nasıl bir hayat için çabaladıklarını düşünüyorlar?
Ya da hayatlarında ne biriktirdiklerini düşünüyorlar?
Zenginlik.
Bolluk. Rahatlık. Endişesizlik.
Peki gerçekte olan ne? Ne biriktiriyorlar?
“Benim hayattaki yerim düşündüğümden daha büyük” diyorlar aslında.
Bu mesajı vermek istiyorlar çevrelerine.
Dolayısıyla kendilerine...
Fazla eşya her zaman “içsel yoksunluk” mesajı vermiyor, bazen de sığınacak mağara kimileri için. Nasıl mı?
Eşyalar insanı hayal kırıklığına uğratmaz, drama yaratmaz...
Bir otomobil size yalan söyleyerek hayal kırıklığına uğratamaz, kafanızı şişirmez veya üzemez...
Kontrol sizdedir.
İlla “pahada ağırlık” değil mesele, çok sevdiğiniz bir kalemi, herhangi bir objeyi düşünün.
Kimilerine “uğurlu” dersiniz...
Eşyalarına çokça bağımlılık hissedenleri “insan ilişkilerinde fazla hayal kırıklığına uğramış kimse” olarak da değerlendirebilirsiniz.
Eşyaların güvenli dünyasına kaçmış. İnsanları değil, eşyaları sevince “incinmeyeceğini” düşünmüş.
Uç örneklere
gitmeye gerek yok, hepimizde küçük küçük var bu kimlik turnusollerinden aslında.
O çok sevilen eşyaların, otomobillerin, objelerin, “uğur”ların ağzı yok, dili de yok ama ne çok şey söylüyor...
Tüm “dış ses”leri, inşaat gürültüsünü, insan gürültüsünü kısıp, dinlemeyi bilmek lazım.
Paylaş