Bir haftayı geçti, hâlâ Şükran Moral’in geçen hafta ses getiren performansının sanat olup olmadığı konuşuluyor. Şu son bir haftaya geri dönüp bakacak olursak, aslında performansın sanat olup olmadığı değil, “sanat pro’ları” tarafından yapılan yorumların içeriği daha ilginç.
Söyler misiniz, bir performansı yorumlamak, -iyi ya da kötü anlamda-, “Bu sanattır ya da bu sanat değildir” demek, sadece sanat eleştirmenlerinin ya da kültür-sanat editörlerinin tekelinde midir? Alanı doğrudan “sanat” olmayan bir yazar, ya da haydi yazarı geçelim, herhangi bir vatandaş “Bu sanat değildir” ya da “Ben bunu sevmedim” derse, sanat eleştirmenleri derhal “Bu konuyla ilgili yorum yapmak için yeterli birikime sahip değildir” tepkisini mi vermelidir? Sanatla ilgili, bir performansla ilgili, ya da her şeyi geçeyim, herhangi bir kavramsal sanat yapıtı ile ilgili sanat eleştirmenlerinin dışındaki kişilerin yorum yapma hakkı yok mudur? Konuyu genişletmek mümkün tabii. Mesela, filmler film eleştirmenleri için mi çekilir? Sergiler, sanat eleştirmenleri için mi açılır? Kitaplar, kitap eleştirmenleri için mi yazılır? Peki ya müzik? Şarkılar kimin için yapılır? Bir şarkının güzel olup olmadığına nota bilgisi olmayan “ortalama dinleyici” karar verebilir mi? Tiyatro eleştirisini sadece tiyatro eleştirmenleri mi yapmalıdır? Uzmanlık alanı tiyatro olmayan kişi, bir oyunu beğenmediğinde, tiyatroyla ilgili yeterli birikimi olmadığı için yorumunun “sallanası” bir yanı yok mu sayılır? Bu işlerin “pro”larına soracak olursanız, yoktur. Hiçbir zaman da olmamıştır. ¡¡¡ Ne acayip iş, değil mi. Aslında bu konu sadece “sanat pro”larının” kendi kültürleri içinde yarattıkları bir nevi “ırkçı” yaklaşımla sınırlı değil. Mesela, dünya meselelerine yakın alaka gösterenler daha az alaka göstereni hakir görür... Sanatın herhangi bir dalıyla ilgili çalışan ya da merakı bir yöne meyletmiş olanlar, bu konularla alakası olmayanları hakir görür... Magazinle ilgilenmeyen “ultra entel” güruh magazini hakir görür... Politikayı hayatının merkezine oturanlar, bu meseleyi yaşamının “yan öğesi” olarak kabul eden ve bu doğrultuda yaşayanı hakir görür... Bakın apolitik güruhu ya da dünyadan haberi olmayanları demiyorum; hayatını “az siyaset” ile geçirenler dahi, politikayla haşır neşir olanlar için her zaman “kafası az çalışan” kategorisindedir. Sanatla az ilgilenenler, “sanat pro”ları tarafından her zaman “düz adam” sayılır. Ya da, başka bir deyişle, yontulmamış...
Bu ‘ırkçılık’ değil de nedir?
Daha okul sıralarından başladı bu dert. Şimdi bir nevi “ırkçılık” olarak değerlendirilebilecek bu bakış açısı daha o zamanlarda kazanıldı. Mesela, benim zamanımda Fen Matematik seçenler akıllı, Türkçe-sosyal seçenler ise kafası matematiğe basmayan aptallar olarak değerlendirilirdi. Lisede, üniversitede ismi çok iyi bilinen başarılı okullara gitmek lazımdı. İsmi olmayan okullara gitmek burun kıvrılacak bir durum yaratırdı. Hâlâ da öyle. Meşhur olmayan bir okuldan mezunsanız ve başarılı bir pozisyonda çalışıyorsanız, “Hangi okuldansın?” sorusunu geçiştirdiğinize adım gibi eminim... Haklısınız da. Niye “okul ırkçılığına” kurban gidesiniz ki? Hayatımız, dünya değiştikçe surat değiştiren enteresan bir tür ırkçılıkla geçiyor. Kendini önemli/sözü dinlenir görenler bir taraf... “Sıradan insanlar”; daha doğrusu “önemli” şahıslar tarafından sıradan bulunanlar ise diğer taraf. Ne yazık ki, tüm bunlar gerçek. Ha tabii tüm bunları kafayı takmayana, daha güzel bir hayat var...