Paylaş
İşin fenası yardımseverlik, dürüstlük, yapıcılık gibi insanın övündüğü konular kadar insanı hayatta yavaşlatan kötü özellikler de yerini sağlamlaştırıyor.
İnanç ve düşüncelerine büyük bir kararlılıkla sarılan, “Artık benim görüşüm/ hissim değişmez” gibi net cümleler kuranları düşünün...
Kendilerini zihinlerinde belirli bir alana hapsederek esnekliklerini kaybediyorlar, hayatın onlara çıkarabileceği ihtimalleri sınırlandırıyorlar bir başka deyişle. Üstelik bunu “Ben böyle bir insanım” mazeretiyle sunuyorlar önümüze.
Bir içeride olan “ben” var, bir de dışarıya gösterilen... İçinde taşıdığı kişiyle dışarıya gösterdiğinin arasında derin farklar olduğunda ilerleyen yaşlar daha çok vuruyor insana. Orta yaş krizleri, göğse oturan sabit sıkıntı hissi... Hep o “Ben kimim?” sorusundan kaçmaktan... Yıllarca kaçmaktan.
Karakter tanımını kendinden dışarıdaki faktörlere bağlamış herkes için zor bir sorudur; “Ben kimim?”
Bilhassa kendini işiyle, hayat standartlarıyla, cebindeki parayla, eviyle-arabasıyla, başkalarının gözündeki yeriyle tanımlamış olanlar için daha da zor bir sorudur.
Varlıklarını başka kişilerin/objelerin varlığına ve başkalarının onayına bağladığını itiraf etmek istemezler. Bu soruyu düşünmek yerine oyalanmayı veya dikkatini kendisi dışındaki insanlara, hayatlara, objelere verirler. Geçici olarak unuturlar içten içe onları kemiren sebebi, kısa süreliğine mutlu olurlar.
Kendinden uzaklaştıkça ve başka şeylere “sardıkça” mutlu olur ama o sardığı her ne ise, ona da alışırlar bir noktada. Yeni olanın heyecanı ortadan kalktığında, yine kendileriyle baş başa kalırlar.
Yeni bir araba, yeni bir ev, yeni bir sevgili, yeni bir hobi... “Yeni”lerin hepsi heyecan verir ama insanoğlunun en büyük becerisi olan adaptasyon, elindeki tüm yeniliklere onu alıştırır.
Ve insan, kendine dönüp bakmadıkça, aynı sahte “yeni” heyecanını yaşamak için ona daha fazla dopamin salgılatacak bir eylem arayışında olacaktır.
Mutluluk dış faktörlerde arandığında, gelinen yer hep aynı: Yenilikler eskiyecek, o canlar illa sıkılacak, önünde sonunda kaçılan içerideki kişilik ortaya çıkacak ve o soruları sorduracaktır.
Orta yaş krizi de ne ola?
Modern çağda artık “orta yaş krizi” vakti 45 yaş civarı olarak ele alınıyor. 45’ine kadar hiç “Ben kimim?” dememiş, hep başkaları için yaşamış, hayatını en çok iş endişeleri kaplamış birini ele alalım.
Hayatında hiç kendini tanımaya vakit ayırmamış, karakterini çevresel faktörlerle tanımlamış bir adamın/kadının orta yaş krizini çok daha erken yaşlarda deneyimleyeceğini söylemek mümkün.
Bir defa, sahip olduğu yaşam standartları, evi, arabası, parası onun kim olduğunu belirlemiştir. İnsanın kendisiyle ilgili fikri çevresel faktörlere bağlı olduğunda, başkalarının düşünceleri hayatında belirleyici konumdadır haliyle.
Böyle insanlar işlerini kaybettiklerinde, hayat arkadaşlarını kaybettiklerinde, hayat standartları değiştiğinde zor zamanlar yaşarlar. Sebebi açıktır, varlıklarını kendilerinden başka her şeye bağlamışlardır. O bağlantılar koptuğunda hızlıca başkalarının gözlerindeki değerlerini sorgularlar, hayattaki amaçlarını kaybetmiş hissederler.
Yıkılırlar, belki hiç toparlanamazlar, karakterlerini tanımladıkları dış sebepler ortadan kalkmıştır çünkü. Toparlansalar bile keder, acı ve küskünlüklerini ömür boyunca içinde taşıyan mutsuz insanlara dönüşürler, karakterlerini tanımlayacakları yeni “dış sebeplere” (acı, keder, vb.) sahiptirler artık. O hislere yıllarca tutunurlar.
Hayatlarındaki kırılmaları kendilerine dönüp bakmak, “Ben kimim?” sorusunu sormak için kullanmadıklarından ötürü acı olaylar insanları hızlı yaşlandıran, hayata küstüren, hasta eden faktörlere dönüşüyor.
Kendi karakterinizi dış faktörlere bağlı hale getirmeden, zihninizde belirli bir alan çizerek kendinizi oraya hapsetmeden erken yaşlarda “Ben kimim?” sorusunu sormak, dolu dolu yaşanacak bir ömrün ilk anahtarı aslında.
Sağlıklı hayat tercihleri, sağlıklı düşünceler kendimizi tanıma fırsatı bulduğumuzda “kendiliğinden” geliyor. Kendini düşünmenin adı bencillik değil. Kulaklarımız kanayana kadar sürekli kendini anlatan insanlara da bencil diyoruz aslında, bu kelimeyle yanlış insanları eşleştiriyoruz.
Her nasıl uçakta acil bir durumda oksijen maskesini önce kendimize, sonra çocuklarımıza takmamız gerekiyor, hayatta da öyle.
Önce biz sağlıklı olacağız, kendimizi tanıyacağız ki başkalarına da gerçek anlamda faydamız dokunsun.
Paylaş