Paylaş
Havaalanında valizimizi beklerken itişiriz.
ATM’den para çekerken arkamızdakinin nefesini ensemizde hissederiz.
Trafikte ilerlerken öndeki otomobile çarpmamak için bıraktığınız takip mesafesi, diğer sürücüler için “araya girilecek boşluk” demektir.
Sıraya girmeyi sevmeyiz, “sıranın önünde tanıdık” varsa çok seviniriz, hatta sıraya girmemize lüzum kalmayacak tanıdıklarımızın olmasını isteriz.
Toplu yaşama kültürümüz olmadığı için birbirimize saygı göstermeyiz.
“Ben kendimi kurtardım, gerisi diğerlerinin başına” der, yolumuza devam ederiz. Hayatımızı “kendini kurtarma” üzerine inşa etmekten başka çaremiz bulunmuyor ya hani...
Hâl böyle iken, çevremizde hareket eden canlıların bir önemi kalmıyor sanki...
Kalabalıklar içinde yaşamak zorundayızdır ama insanları “hayatımızı yaşamamıza engel olan birtakım parazitler” olarak görürüz. Bu nedenle birbirimize çirkin davranırız. Trafikte kadın çocuk demeden küfürleri basarız. Sokakta erkek de kadın da; herkes birer kabadayıdır.
Hayattaki düsturumuz “Önce ben”dir. Aksini düşünecek olursak kendimizi enayi hissederiz. Hakkımızın yeneceğini, aptal durumuna düşeceğimizi düşünürüz.
Tekrar hatırlatacak olursam, tüm bunlar “ortada mesele yokken” gösterdiğimiz davranışlar. Bir de “mesele” olduğunda halimize bakalım:
Köprü bakıma alınıyor. Bu durum çok öncesinden bilinmesine ve bu işten “en az hasarlı” çıkma fırsatı varken kimse kılını kıpırdatmıyor. Önlem alınması için önce sefil olmamız bekleniyor. Krizden sonra kriz masası oluşturulmasına şaşıran yoktur herhalde...
Hatırlarsanız depremden, büyük yıkımlar ve ölümlerden sonra deprem bölgesinde olduğumuz fark edilmişti. Evleri sel aldıktan sonra dere yatağına ev yapıldığı anlaşılmıştı.
Bir çözüm olması için önce sorunun yarattığı sıkıntıyı dibine kadar yaşamamız gerekmişti. Hoş, akıllar başa, o zaman bile gelmemişti...
Ve sonuç: Başına bir hâl geleceğini ve “o hâl” gelmeden bir çözüm bulunmayacağını bilen adam, “önce kendimi kurtarayım”ın peşine düşüyor.
Halihazırda var olan trafik, içinden çıkılmaz bir hâl alıyor. Herkes kendini kurtarmanın peşinde olduğunda, ortaya çözülmez bir düğüm çıkıyor.
Neden bu kadar zor?
Hakkım yenecek ve öleceğim duygusunu besleyen bir dünya içinde yaşamaya mecbur bırakılıyoruz. Ve birbirinin kafasına basıp kendini kurtaran vahşilere dönüşüyoruz. Sıraya girme kültürümüz olmadığı gibi, böyle durumlarda kalabalığı hizaya sokacak, durumu rahatlatmaya yönelik stratejiler geliştirecek adam da yok.
Köprü trafiğinde de herkes kendini kurtarmanın peşinde.
Adam olmayınca “Trafikçi Ömer” ve diğer gönüllüler yardıma koşuyor.
İnsanlar birbirinin üstüne çıkmaya, ilk geçen olmaya çabalıyor. Keşmekeş daha da içinden çıkılmaz hâl alıyor.
Ortada bir kriz yokken, sarıda geçerek kavşakları tıkamakta ve trafiği kilitlemekte üstümüze yoktur, bilirsiniz. Adam trafik ışıklarından son geçen araç olup “paçayı kurtaran” olduğunu sanır ama kavşağın tıkanmasına sebep olur.
Işıklarda bekleyeceği 50 saniye yerine, dolaylı olarak neden olduğu sıkışıklıktan ötürü 10 dakika beklemek zorunda kalacağını hesap edemez.
Aynı mantık silsilesi ile OGS gişelerine girmek isteyenler KGS gişelerine erişimi engelliyor ve halihazırdaki durum, içinden çıkılmaz bir hâl alıyor.
Bir defa olsun, gerçekleşeceği belli olan bir kriz için önlem alma fırsatımız vardı, yine kullanamadık.
Büyük işkenceler yaşadıktan sonra toplanan kriz masası için yapılan çalışmalar 16 Temmuz’da açıklanacak.
Yeri gelmişken bir kere daha sormak isterim:
Olacaklar belli iken, neden önlemi almıyorsunuz? Bir kere, sadece bir kere, neden vatandaşı şaşırtmıyorsunuz? Bu kadar zor olan nedir?
Çaremiz kalmadı artık; olacaklar belliyken sizi her seferinde önlem almaktan alıkoyan o his, düşünce neyse söyleyin, biz çözelim!
Paylaş