Kendi malın gibi

Sahte içki meselesi yine hortladı, yine haberleri yüreğimiz ağzımızda izliyoruz...

Haberin Devamı

İnsan her şeye inanıyor ama vücuda belirli miktarda alındığında ölüme sebebiyet verdiği bilinen metil alkolle sahte içki yapanların olduğuna inanmıyor sevgili bilmediği yerlerde içki içmekten korkan Habitus okuru.

Gerçi diyeceksiniz ki, o da iş mi, bu dünyada uyuşturucu üretip bundan para kazanan adamlar var, metil alkolle içki yapmasının nesine şaşırıyorsun?

Doğru, doğru olmasına ama toplu ölüme yol açabilecek binlerce şişe içki çeşitli şehirlere dağıldığında, başlarına gelecekten habersiz kadehlerini dolduran insanları düşündükçe insanın aklı almıyor işte...

Bu arada, kimi restoran ve barların pis bardakları yüzünden hastanelik olmak an meselai, bilmem farkında mısınız.

Mesela, bar ve restoranların, bardakları kuruladıkları ya da sularının süzülmesi için üzerine koydukları bez o kadar uzun süre ıslak kalmıştır ki, bırakın suyun bardaktan süzülmesine yardımcı olmayı, bez bardağı daha da ıslatır. Hem de berbat bir rutubet kokusunu bulaştırarak.

Sonra o bardakların içine lezzetli kahveler doldurulur, kadehlerin içine pahalı şaraplar konulur ve önünüze gelir. “Bu bardaktan tuhaf bir koku geliyor” dersiniz, çözene kadar yediğiniz-içtiğiniz zehir olur.

Dışarıda salata yemekten korkanlardan mısınız? Bence hiç de haksız sayılmazsınız. Tabii şunu da düşünmek lazım; şık mekanlarda önünüze kadar gelen tırtıl, küçük ve tatlı sinekler de onları yemenizden korkuyor olabilir.

Düşünün, evde salatanızı nasıl yapıyorsunuz? Diyelim ki önce yarım saat sirkeli suda bekletiyorsunuz. Sonra iyice, parmaklarınızla ovarak yıkıyorsunuz. Peki, dışarıda bu kadar detaylı yıkanıyor mu sizce?

Elbette hayır. Diyorum ya, kimse, tanımadığı insanların sağlığıyla ilgili endişelenmiyor. Dolayısıyla toprak ana, koynunda ne besliyorsa hepsini bir güzel yiyoruz, haberimiz olmadan.

Yemeklerden tuvaletlere geçmek istemem hemen ama, “mekan testi” için en sağlam referans noktanız, tuvaletlerin temizliği. Tuvaleti yeterince temiz olmayan mekanların aynı “özeni” yemek ve içeceklere de gösterdiğini unutmamak lazım.

Büfeler ve tost makineleri de ayrı mesele.

Tost makinelerinin plaklarının bulaşık makinesi yüzü görmez mesela. O yağlar, kırıntılar için bir fırça darbesi yeterlidir. Siz de, yapılmış tüm tostların izlerini, yediklerinizle birlikte midenize gönderirsiniz.

Yakında iyice kıllanıp sokağa çıkarken yanıma kumanya alacağım, artık o noktaya geldim.

Bu arada, kıyafet alışverişinde de benzer anlayış söz konusu.

Kadın beş parça kıyafet alıyor diyelim. Bir parçayı deniyor, beğenmiyor, onu aynen aldığı gibi asmak yerine, kendi ayağı kirlenmesin diye üstüne basacağı paçavra olarak kullanıyor.

Sonra deneyip beğenmediği kıyafetleri satış görevlisine teslim ediyor, satış görevlisi o buruş buruş yığını tekrar katlıyor ve yerine koyuyor. Siz paspas yapılmış bir kıyafeti alıyor, parçanın “geçmişini” bilmediğiniz için gönül rahatlığıyla deniyor, giyiyorsunuz. Beş dakika giyildiği için ter kokusu sinmiş kıyafetleri de atlamayayım tabii.

Haberin Devamı

Önce ben!

Haberin Devamı

İnsan, yavaş yavaş, derinden kazınmış alışkanlıkları içimizden nasıl çıkaracağımızı düşündüğünde kolayca umutsuzluğa kapılabiliyor.

“Başkasının iyiliğinden, sağlığından bana ne, bana bir şey olmasın” ve “Ben en yüksek faydayı alayım, benden sonrakinden bana ne” düşüncesi öyle yerleşmiş ki, kazıyabilene aşk olsun.

Üstelik kızı-erkeği fark etmiyor. Zaten erkeklerin kabalıkları konusunda son birkaç senedir yeni bir çığır açıldı, üstüne bu kendi faydasını düşünen zihniyet ekleniyor, oldu mu sana çekilmez hayat. Hayır yani normal bir kibarlık bekleyince de prenses sanıyorlar.

Birbirimizin malına olan bu hoyratlığın “En iyiyi kapma yarışı” ile alakası çok tabii, bu konuyu da atlamamak lazım. Bu yarış artık kız, erkek, cinsiyet farkı da gözetmiyor. Herkes karpuzun en tatlı yerini yemek istiyor çünkü.

İmkanların bol olduğu, gelir seviyesinin insan gibi yaşama imkanı verdiği, iyi bir yaşam sürmek için insanların illa vahşi ve kuralsız bir rekabet içine çekilmediği yerlerde elbette bu “en iyi ve en büyük dilim bana, başkasından bana ne” halleri daha az.

Refah düzeyi arttıkça en iyiyi kapma yarışında kurallar nispeten yumuşuyor. Mutlu olmak için herkesi ezip armudun iyisine ulaşmaya çalışanların sayısı olmasa da, yöntemlerindeki çeşitlilik azalıyor.

Sokakta birbirimize, birbirimizin malına karşı bu kadar hoyrat olmamayı başardığımız gün “insaniyet namına biraz gelişme kaydettik” diyebileceğim herhalde…

Yazarın Tüm Yazıları