Paylaş
Bilhassa konu kalan bir avuç yeşillik, birkaç eski ev, çok öncelerden hatırlanan ve insanın içini ısıtan bir mahalle kültürü ise...
Eski İstanbul’u anlatan kitapları karıştırdığımda bir iç sızlaması peyda oluyor hep.
Şimdiki hallerinde geçmişten pek iz kalmamış yerlerde, oranın eski halini anlayabilmek için bir anlatana ihtiyaç duyarsınız fakat bazı mahalleler, bazı Boğaz köyleri hâlâ eski hallerini kendi kendine anlatacak durumda.
İşte onlardan biri Kuzguncuk.
Kuzguncuk neden önemli, biliyor musun sevgili insan, dil, din, ırk, etnik köken ayırmadan dünyaya aydınlık gözlerle bakan Habitus okuru?
Kuzguncuk’un özelliğini yitirmeden kalabilmesini borçlu olduğu insanlardan biri olan Cengiz Bektaş'ın yazdığı “Kuzguncuk” kitabında da dediği üzere, “hoşgörü” kelimesinde hoş gören ve görülen olarak iki taraf var ama burada o bile yok. Vaktiyle Yahudilerin, Ermenilerin, Rumların ve Müslümanların bir mahalle içinde iç içe yaşadığı, kimsenin kapısını kilitlemeye bile ihtiyaç duymadığı bir güzel Boğaz köyü...
Şimdi İcadiye Caddesi olarak bilinen, eskiden dere olan caddenin etrafından büyüyor bu köy. Bugünün birbirinin üstüne binen, “göz hakkı”nı ortadan kaldıran çirkin yapılarının aksine, cumbalı taş Rum evleri birbirinin manzarasını kesmeyecek şekilde, yüzleri Boğaz’a dönük yapılmış.
Bugüne kadar kalan ve yenilenen ev sayısı çok, üstelik öyle güzeller ki, sahipleri fotoğraf çekenlerden bıkmış usanmış, her evin kapısında ticari çekim yapmanın yasak olduğunu belirten uyarılar asmış.
“Burası İstanbul ise, bizim yaşadığımız şehir İstanbul değil. Bizim yaşadığımız İstanbul ise burası İstanbul değil” dedirtiyor. Üzücü ama İstanbul, tam olarak da bu esasında...
Balat’ta, Arnavutköy’de, Beykoz’da izlerine rastladığınız o güzellik, gerçek İstanbul...
Bir zamanların güzelim şehri böyleymiş ya... Sokaklarında dolanırken çocukluğumun geçtiği Göksu’ya, pazar günleri yapılan geleneksel İsmet Baba seferlerimize, hisara bir maymun gibi tırmandığım günlere, eski ahşap ev kokusunun pek sıradan, pek özelliksiz olduğu zamanlara gidiyorum. Hani eski evlerin varlıklı aileler tarafından satın alınarak restore edilip “değer artırma” işlemine tabi tutulmasından önceki zamana...
Ucundan eski İstanbul’u yaşayabilmiş olmaktan ötürü 80’lerde doğduğuma şükrediyorum.
Bir şehre sıkı sıkı sarılmak
Çokkültürlü Kuzguncuk’ta, artık bugün sayıları çok eksilmiş olsa da hâlâ pırıl pırıl duran ve işlevini sürdüren ibadethaneler var.
Surp Krikor Lusaroviç Ermeni kilisesi, Ayios Yeorgios Rum Ortodoks Kilisesi, Ayios Panteleimon Kilisesi, Beth Yaakov Sinagogu...
Surp Krikor ile Kuzguncuk Camii yan yana... Bu görüntünün, bilmem bir mesaj verebilecek gücü olur mu...
Sonra Simotas binası... Vaktiyle Kuzguncuk’un en yüksek binası.
Refika Birgül ve ailesi ile eski şaşaasına kavuşmuş. En üst katta Refika Birgül’ün mutfağı var, hani programında izlediğiniz. Mutfak fabrika gibi çalışıyor.
Geçmişte ona hoyratça yaklaşmış sahipleri yüzünden küskün, boynu bükük bir dev gibi kalmış bir tarihi bina, bugün onunla nefes alan güzel insanlar sayesinde yaşamını büyük bir zevkle sürdürüyor.
Mastercard’ın Paha Biçilmez İstanbul turlarında sıra, Çukurcuma, Balat ve Karaköy’den sonra Kuzguncuk’un...
Saffet Emre Tonguç rehberliğinde eskiden neye benzediğini unuttuğum şehri bu defa Kuzguncuk’ta hatırladım.
Siz de İstanbul’u unutuyorsunuz biliyorum. Hatırlamak için bir fırsat.
Ekim-kasım aylarında gidin, gezin.
Paylaş