Paylaş
1- Reyhan derken
Saymadım kaç yıl oldu, dilimize yapışan “derken” kalıbını henüz tüketemedik. Üstelik her sene daha beyin yakıcı versiyonları türüyor. Diyaloglar kimi zaman şu noktaya erişebiliyor: Mesela manava “reyhan var mı” diye soruyorsunuz. Hoop hemen bomba geliyor, “REYHAN DERKEN?”
Yahu manav kardeşim kime sorayım. Eczaneye mi sorayım. Marangoza mı sorayım. “Reyhan derken?”e ne cevap vereyim? Latince adını mı soruyorsun? Ne istiyorsun?
Çiçekçiye “Bu çiçeğin toprağını yeni toprakla değiştirebilir miyiz” diye soruyorsunuz.
“Değiştirmek derken?”
Bir dükkanda “Bunun küçük bedeni var mı” diye soruyorsunuz,
“Küçük beden derken?”
Hayır, bir gün biri bana adımı soracak, “Melike” diyeceğim, “Melike derken?” diye yanıt verecek diye korkuyorum artık.
2- Valla ben de işe daha yeni başladım
Mesleği ve bulunduğu pozisyon icabıyla bilmesi gereken çok basit bir konuyu araştırma zahmeti göstermeyenlerin sık sık kullandığı cümledir.
Güvenlik görevlisine “Sitenin otoparkı nerede?” dersin, kafasını yan yan sallayarak, yüzünde “Nabayım abla” gülümsemesiyle “Valla ben de daha işe yeni başladım” der.
Yahu adam arka kapının yerini, otoparkı bilmiyor? Güvenlik?
Müze görevlisine “Üst kat açık mı” diye sorarsın, “Valla ben de daha işe yeni başladım.”
Market görevlisine “sizde kedi maması var mı?” diye sorarsın “Valla ben de işe yeni başladım.”
Bir işi yapmanın gereği olan en temel, en basit konuları bilmemek, öğrenmeye direnmek... Bunlar da “hayatımızın normali” haline geldi artık.
Ne yapıyoruz? “Dur şu görevliye sorayım” diyeceğimize konuyu Google’lıyoruz. İş sorumluluğu artık yabancı olduğumuz bir kavram zira.
“Görünürde varsa, sorun yok” anlayışıyla rastgele ilerleyen hayatımızda
“Aman boşveeer, ne öğrenecem, duruyoz işte” diyerek çalışmak zor olmuyor.
3- Bu konuyla ilgili farklı bir işlem yapamıyorum
Telefon operatörlerinin, markaların müşteri hizmetlerinin “Hayır”, “Bilmiyorum”, “Bu konu hakkında hiçbir fikrim yok” yerine kullanmayı tercih ettikleri cümle. İnsan tüketir. Enerji emer. Omuzları çöktürür.
“Evet mi, hayır mı” dersiniz, “Bu konuyla ilgili farklı bir işlem yapamıyorum” yanıtı alırsınız.
Yol sorduğunuz insanın yolu bilmemesine rağmen sizi oyalaması gibidir. En güzel kaçış cümlesidir.
Bilgi Teknolojileri Kurumu’na açık mektup,
Sayın yetkili,
Bu, çaresizlikten yazılmış bir mektuptur.
Yılmış bir cep telefonu, yılmış bir ev telefonu sahibinin çaresizliğinden yazılmış bir mektuptur.
Size bir soru sormak isterim.
Biz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının iletişim için kullandığı telefonlar:
-Günde 7 kez reklam-pazarlama amaçlı telefon aramalarıyla rahatça rahatsız edilebiliyorsa...
-Arzumuz, bilgimiz dışında telefonlarımız internet pazarlamacısından su arıtma cihazı pazarlamacısına, Osmanlı macunu bilmem ne cinsel gücü artırıcısından “hediye kontör” tuzakçılarına bir dolu kişi-kurum tarafından reklam-pazarlama için kullanılabiliyorsa...
-Bu zulümden kurtulmanın operatörler tarafından önerilen tek çaresi “savcılığa verebilirsiniz” oluyorsa... (Ki bu imkansız, kimsenin kendine gelen numaraları kenara not edip her Allah’ın günü savcılığa mı gidelim? Ay sonunu bekleyelim, her ay düzenli olarak defterimize not ettiğimiz 100-150 numarayı savcılığa mı verelim?)
-Bizler, telefonlarımızın çalmasından, pazarlama ve reklam tacizinden iş yapamayacak hale geliyorsak...
-Bizim telefon numaramız, bizden izinsiz, birtakım şirketler tarafından başka şirketlere toplu SMS, toplu arama için satılabiliyorsa...
Bu ülkede Bilgi Teknolojileri Kurumu ne iş yapar?
Paylaş