Paylaş
Tanışma evresini geçtik diyelim. Sıra huzura kavuştuğun, karşındakini tanıdığın, artık çirkin sürprizlerle karşılaşmayacağın zamana geliyor. Yani “çarşaf evresi”ne. Ilık ve çarşaf gibi bir denizde yüzdüğün ve durduk yere kendine dert yaratmadığın, paranoyakça kıskançlık krizlerine girmediğin evreye.
Hani derler ya, “Huzurla aşk bir arada barınmaz”, hatta “Aşkın doğasında huzur yoktur” ya da “Aşıktan arkadaş olmaz”... Bana kalırsa bunların hiçbiri doğru değil.
Daha doğrusu şöyle söyleyeyim: Doğru da olabilir yanlış da. Kişiye göre değişir.
Dolayısıyla aşk konusunda “kişiye özel veciz sözler” olmalı. Çünkü kiminin aşkında huzur var, kiminin yok. Herkesin arayışı, doğası, ilişki dinamikleri bambaşka. Aynen parmak izi gibi. Benzeri var, tıpkısı bulunmuyor. Kimseninki kimseninkine
benzemiyor.
Böyle düşünecek olursak mesela “Sevgiliden en yakın arkadaş olmaz” varsayımının da kişiye göre doğru/yanlış olduğunu söylememiz lazım.
Birilerinde olmaması, hatta genelde olmaması, kimsede olmayacağını, birilerinde varsa, diğerlerinde olacağını göstermiyor. Yine kişiye özel bir durum.
Çarşaf evresi kısa bir evre değil. Kimi şanslı çiftlerde 55 yıldan fazla bile sürüyor. (N’aber baba?) Birbirini iyi tanımayanlarda ise boşanmayla bile sonuçlanabiliyor.
Birbirlerini tamamlayan ve aynı dilden konuşan; konuşmasa da ortak bir noktada buluşabilen, sırt sırta veren ve “Artık iki kişiyiz, ama bir tane hayatı paylaşıyoruz” diyebilen çiftler mutluluğa ulaşıyor.
Peki “bağlanma korkusu”na ne oldu? Tüm hayatını bir kadınla geçirmekten korkanlara ne oldu? Her erkeğin “Çok kadın iyidir” dediği doğru muydu?
Yine şu noktada “kişiye ve zamana özel” bir meseleden bahsetmek zorundayız. Yani, bağlanmaktan korkan bir adam aşık olup bağlanabilir. Benzer mantığı yürütecek olursak, aşık olmayan bir adamın da bağlanmaktan korkacağını söyleyebiliriz. 20 sene daldan dala atlayıp “o kadın”ı bulduktan sonra oturan adam kadar, 20 yıl çok da bayılmadığı bir evlilikten çıkıp coşan adamlar da görmek mümkün.
Yani karşınızdaki adamın daha önce kimseye bağlanamamış/çok çapkın/güvenilmez olması ya da mükemmel aşık/örnek baba/ideal sevgili/melek gibi olması bir şey ifade etmez. Önemli olan şu anda, beraberken ne olduğu. Ondan öncesi sizin ilişkinizde belirleyici faktör olmaz. Olmamalı.
“Çok kadın” meselesine gelince; aşkı, her türlü uyumu, muhabbeti, gülmeceyi, mutluluğu, hayatın anlamını bulan adamın, “başka ten” arayışı olmuyor. Ha, bunlardan biri eksik olunca, arayışlar başlıyor.
İzdivaç meselesi...
İngiliz bilim adamları dilediğini söyleyebilir, ben hiçbir zaman erkeklerin çok eşli olduğuna inananlardan olmadım. Daha doğrusu şöyle söyleyeyim; belirli koşullar hem kadına hem de erkeğe sağlandığı zaman, tarafların (varsa) her çiçekten bal alma arzusunun yok olduğunu, köreldiğini gördüm.
Tabii yine “kişiye özel” bir durumdan bahsediyoruz. (Ha ben yine de ideal “aşk” koşulları sağlandığında da aldatan varsa, artık onun çocukluğuna inmek, psikolojik tedaviye sokmak gerektiğini düşünüyorum, o ayrı!)
Her türlü kombinasyon, duygu, davranış biçimi olabilir ilişkilerde. Dünyadaki insan sayısı kadar ilişki çeşidi var. Bu da bize genelleme yapmanın ne kadar imkansız olduğunu gösteriyor.
Sadece birbirimize benzeyebiliriz, ortak duygular üzerine konuşabiliriz, bunda da bir yanlış yok.
Gelelim, bu yazı dizisinin esas konusuna. Şubat ayında nişanlanan yazarınız, yarın evleniyor efendim. Tantanamız ondan.
Salı günü görüşemeyeceğiz lakin çarşamba yine bu sayfada karşında olacağım sevgili en mesut günümde beni yalnız bırakmayan Habitus okuru.
Paylaş