Paylaş
İnsanlar niye evleniyor?
Sorarım sana sevgili evli ve çocuklu Habitus okuru. İsterseniz ortamın “aşk dolu” hissiyatını kaçırmamak için anlaşmalı evliliklerden, “iş evliliklerinden”, görücü usullerinden hiç bahsetmeyelim.
Aşk evliliklerine gelelim.
İngiliz bilim adamlarının yapmadığı bir araştırmaya göre aşk evlilikleri kadınların tarafında şöyle gelişiyormuş: Bir adam çıkıyor karşına diyelim. Bir şey hissediyorsun, böyle coşmalı moşmalı, ay diyorsun, ben aşık mı oldum acaba... Fakat bu pek daha önce hissettiklerine de benzemiyor bir yandan. İsim koyamıyorsun, çünkü içinde sadece bir tane duygu barındırmıyor. Yani öyle bir “hisler toplamı” ki, içinde “çok aşık oldum” desen, o da var, “çocuklarımın babası sen ol” hissi desen, o da var...
Bunların haricinde tarif edilmez başka bir duygu da var ki, işte o sana diyor “Bu adamla hayat kur” diye.
Bir de işin enteresan tarafı var ki, o da şu: Aslında bu “doğru insan” hislerine tanıştığın ilk anda da sahipsin. Fakat ilk zamanlarda birbirini tanımamanın verdiği bilinmezlikle (bkz. Aşağıdaki kutu), o kuvvetli duyguyu bastırmaya çalışıyorsun. “Yok”, diyorsun, “Şimdi yeni aşık olduk ya, ondan böyle coşup duruyorum” diye frenliyorsun kendini.
Sonra bakıyorsun o his geçmiyor. Frenleri azar azar bırakmaya başlıyorsun.
Bu arada, “fren” meselesi mühim.
O frenleri bırakana kadar olan zaman herhalde bir ilişkinin en zor zamanlarından biri olabilir. Frenleri bırakmak derken, sevgilinin yanında pırtlamak ve bunu adeta bir diş fırçalama rahatlığıyla yapmaktan değil, geçmiş ilişkilerden kalan travmaların, yeni ilişkini yönettiği o tatsız dönemden bahsediyorum...
“Travma” evresi
Bir defa, travma evresine gelmeden önce bir de “bilinmezlik” meselesi var. O da şu: ilk tanıştığında adam her şey olabilir; her çiçekten bal almaya çalışıyor olabilir, sadece eğlenmek istiyor olabilir, yalancı olabilir, sahtekâr olabilir, seninle “takılmak” için ilgileniyor olabilir...
Bunun da ötesinde içinde bir seri katil barındırıyor olabilir, sapık olabilir, ruh hastası olabilir...
Malum, şu zamanda aramızda hep konuşmuyor muyuz “NORMAL bir adam yok mu ya?” diye? Ondan da başka, hepimizin komik, trajikomik, acınası, ağlanası, ağlanıp da gülünesi, eskiden ağladığımız ama şimdi karnımızı tuta tuta güldüğümüz anıları yok mu bu bahsettiğim özellikler taşıyan “eski”lerle?
İşte “Bilinmezlik evresi”nden sonra da “eski”nin “yeni”yi yönettiği kötü zaman geliyor: Yeni bir ilişkiye başlarken bizi hep bir adım geride tutan o “eski”lerden kalan travmatik duyguların zamanı.
Bu zaman dilimi, karşındakinin “eskiler gibi” olmadığını anlayana kadar hayatı ona zehir etmek için vardır.
Sürekli “Ne zaman aldatacak, bilgisayarından ne zaman tuhaf şeyler çıkacak, ne zaman ‘bence erkekler tek eşli değildir’ ya da ‘biraz alan ver bana’ diyecek, ne zaman tuhaf fetişleri ortaya çıkacak, ne zaman durduk yere uzaklaşacak?” gibi sıralanabilir...
Ha tabii bir de kadının kendinden kaynaklanan sıkıntılar var: “Ya şu hissettiklerim geçiciyse? Ya seviyorum sanıyorsam? Ya bir anda soğuyup kalırsam?”
İşte tüm bu “eskilerden kalma travma etkisi” meselesinin geçmesi için zaman gerekiyor sevgili aşkı arayan Habitus okuru.
Sonra kendi kendine yarattığın fırtına diniyor, çarşaf gibi bir denizde yüzmeye başlıyorsun. Şimdilik burada noktalayayım, “Arkası yarın” diyeyim.
Bugün evlenecek olan güzel arkadaşım Ayşe Özyılmazel’e de mutluluklar dileyeyim!
Paylaş