Paylaş
Öyle ise, bu etik mi değil mi? Yalın’ı topa tutmalı mı?
Öncelikle bir konuda anlaşalım.
Yalın, “Şarkıların benzerliği tesadüftür” diyorsa doğrudur.
Samimi bir müzisyen olduğu için buna inanıyorum.
Peki benzerliğin nasıl bir açıklaması olabilir, bunu düşünüyorum.
Belli anlamlarda hırsızlık, hele hele başkasını aptal yerine koyarak, uyanıklık ederek yapılan hırsızlık ahlak dışıdır ve çoğunlukla da suçtur.
Buna bir itirazım yok.
Ancak şunu çok iyi biliyorum, iş sanat olunca biraz daha sakin olmakta, hemen “çalmış” diye atlamamakta fayda var.
Şimdi, pozitif bilimleri, 9-5 işlerini bir kenara bırakalım.
Sanatla uğraşanlar ilhamlarını nereden alıyorlar, buna bakalım.
Bakınız Jim Jarmusch ne demiş: “Hiçbir şey orijinal değildir. Hayalgücünü gazlayan, sizi ilhamla titreştiren her yerden çalın. Eski, yeni filmlerden, müzikten, kitaplardan, resimlerden, fotoğraflardan, şiirlerden, rüyalardan, rastgele sohbetlerden, mimariden, köprülerden, tabelalardan, ağaçlardan, bulutlardan, sulak havzalardan, ışık ve gölgelerden beslenin...”
Sanatçı, hele de müzisyen için katlanarak doğrulanır bu cümle.
Müzisyen, bir melodi, bir kalıp, bir ritm duyar; duydukları, “düğmesine” basar. “Ben yaptım” dediği eserin ilk notasının ilhamı nereden gelmiştir, yaratma sürecinin benzinini döken, fitilini ateşleyen nedir, çok da mühim değildir.
Dolayısıyla şarkının Fairy Tale’e benzerliği “tamamen tesadüf” olabilir.
Ya da olmayabilir... İşte o zaman geriye tek ihtimal kalır: Alexander
Rybak ve Yalın “tutması muhtemel” kalıplar içinden benzer ikisini seçmiştir. Bu da “farklı besteler olsalar da köken olarak aynı aileye
mensup” anlamına gelir. Bu tanıma uyan o kadar çok şarkı var ki, saysam köşelere sığmaz...
Hal böyle iken “hırsızdır” demek müzisyene haksızlıktır.
Dün Onur Baştürk’ün müzisyen arkadaşı “Yalın’ın şarkısının girişi Norveç’inkiyle yüzde 80 aynı” demiş ya...
Ben de bu yazıyı yüzde yirmi müzisyen, yüzde seksen gazeteci olarak yazmışımdır...
Amerikan bayrağı olmuş...
Benim Yalın’la ilgili aklıma takılan, şarkısının Fairy Tale’e benzerliği değil aslında.
Albümü elime aldığımda, Yalın, efendim siz deyin Birinci, ben diyeyim ıkinci Dünya Savaşı’na katılmak üzere beni “I want you for U.S. army” diye çağırıyor sandım!
Sanki Yalın değil Sam Amca.
Kafasında bir silindir şapkası eksik!
Kırmızı-beyaz-mavi kombinasyonunun dünya üzerinde bir manası olmasa, harika bir styling. Zira Yalın’ın styling’ini üstlenen Başak Dizer Fransez bu işi iyi bilir fakat bu renk meselesini es geçmek mümkün mü?
Onu 4 Temmuz kutlamasına hazırlanmış bir Amerikan vatanseveri renklerine bulamanın ne alemi var?
Tüm dünyada belirli anlamı olan bir renk kombinasyonunu sadece “iyi duruyor” deyip kullanmak, onun simgesel anlamını göz ardı etmek doğru mu?
Bunu bir anti-Amerikan söylemiyle dile getirmiyorum, yanlış anlaşılmasın. Yalnızca, bu konu üzerinde hiç durulmadığını bildiğim için söylüyorum.
Aynen bugünün modasıyla ilgili, “Bu çok trend olan bohem kıyafetlerin bi’ anlamı vardı ama neydi o ya?” meselesi gibi...
Mesela, geçen pazar günü, Chill Out Festival’a gittiniz mi bilmem.
Eğer gittiyseniz birbirinden “Janis Joplin” kızları, “Jimi Hendrix” oğlanları görmüşsünüzdür; onlarca, yüzlerce... Sanırsınız ki çiçek çocuklar geri döndü!
Tabii arada şöyle bir fark var; 60’ların sonlarında hippilik eyleyen o insanlar, tarihte kendilerine yer açacak bir kamuoyu oluşturdu ve Avrupa’daki akranlarıyla birlikte, dünyaya -en azından- lezzetli bir hayal bıraktı...
O “bohem”liğin bir manası vardı kısacası...
Dolayısıyla şunu sormalı: Bu Joplin ve Hendrix replikaları aynı kafa ve kalibrede mi...
Gayrıbilimsel ve iyimser bir tespitle, diyelim ki, yüzde yirmisi öyle, yüzde sekseni değil...
Peki, sırf şekil olsun diye moda olanı üstlere bu kadar yapıştırmalı mı?
Bu konuda pek emin olamadım...
Hani, moda dediğimiz hadise, kendini dış dünyaya ifade biçimi ya...
O açıdan yani.
Paylaş